« Savunma Sanayii, Dünya ve Türkiye I, II, Ulusal Strateji | ÇAĞDAŞ – TOPLUMCU – DEMOKRAT YAPILANMA VE BÜTÜNLEŞMEYE ÇAĞRI » |
ÇAĞDAŞ – TOPLUMCU – DEMOKRAT BÜTÜNLEŞMENİN ÖNÜNDEKİ ENGELLER, KALDIRILMALIDIR.
Yazılar, Siyasi İçerikli Yazılar
|
|
ÇAĞDAŞ – TOPLUMCU – DEMOKRAT |
...
İçimizdeki birçok unsur, ilkelerimiz uyarınca düzenin bozukluklarını sistemli biçimde gidermek şöyle dursun, tam tersine o bozukluklardan pay almaya yönelmiş ve “solun dürüst görüntüsünü”, alabildiğine yıpratmıştır.
Soyuta dayalı ideoloji, soyut program, soyut parti olmaz. Siyaset insanlarla gelişir, güzelleşir.
*
Öte yandan, solda bölünme kemikleşmektedir. Bölünmüş unsurlar, çoğunlukla farkında olmadan, kendilerine, sol ideale, ülkenim ve bölgenin esenliğine, çok zarar vermektedirler.
*
Çağdaş-toplumcu-demokrat kesimde bütünleşmenin, sağlıklı yapılanmanın ve zindeleşmenin önündeki tüm engeller devrilmeli, “bütünleşme” mutlaka çatılmalıdır.
Solun dürüst görüntüsünü hırpalayan “olumsuz unsurlar”, içimizden, aciliyet ve kararlılıkla ayıklanmalıdır.
“Beceriksiz kadrolar”, gayretlerine teşekkürle, uğurlanmalıdır.
“Göreve” örgütlerdeki dinç, yetenekli, siyasal ve yönetsel birikim sahibi “alternatif kadrolar” taşınmalıdır.
Çağdaş-toplumcu-demokrat tüm siyasal örgütler ve partilerde “bütünleşmeye”, hangi nedenle olursa olsun, engel oluşturan “öndeki kadrolardan” artık, “özveriyle görevden çekilmeleri” istenmeli; “özlenen bütünleşme” ne pahasına olursa olsun, sağlanmalıdır.
Tüm dinç sorumlu, dürüst çağdaş-toplumcu-demokrat insanlarımızı, şimdi hangi safta olurlarsa olsunlar, bu anlamlı savaşıma katılmaya, sonuç almaya ve bununla övünmeye çağırıyoruz.
Çağdaş-Toplumcu-Demokrat
Açılım adına
Tolga Yarman, Prof. Dr.
SHP Kurucu Üyesi
Aralık 1992
Bölüm XI.2
ÇAĞDAŞ – TOPLUMCA – DEMOKRAT
BÜTÜNLEŞMEYE VE ÖRGÜTLENMEYE
ÇAĞRI
Ocak 1993
“Çağdaş-toplumcu-demokrat” olarak anabileceğimiz “kesim”, ülkemizde halen, etkinliğine ve işlevine kasteden, bir “bölünmüşlük” içindedir.
Bu kesim sonuçta, “tarihin ilerici motoru” olmaktan çıkmakta, “içteki ve dıştaki gerici cereyanlara” yenik düşmekte ve “silinmeye” mahkum olmaktadır.
Buna boyun eğemeyiz. Özellikle “ülkemiz ve bölgemiz insanını”, geniş bağlamda “insanlığı”, “acımasız emperyalist hesapların” pençesinde, bırakamayız.
*
Temel bir sorunumuz, “ilerici siyasi hareketin” ülkemizde bugün, nasıl bir “sosyal zemin” üstüne oturması gerektiğini belirlemedeki, başarısızlıktır.
“İlericiliği”, “insanlık tarihinin, kargaşadan düzenlilik üretme eğilimiyle uyumlu bir tavır” olarak, tanımlayabiliriz. Gerçekten de “insanlık tarihinin” onca kana, savaşa, işkenceye, acıya karşın, “insan temel hak ve özgürlüklerini”, “insanlığın ilerlemesi yolunda üreticiliği”, binlerce yıldır nasıl damla damla damıttığını görebiliriz.
İlerici hareket örgütlenmesinin, sağlıklı yaşaması ve gelişmesi için, “ilerici kesimlerin etkin birleşimlerini”, özenle belirleyip kurumsallaştırmalıyız. Ülkemizin, başka ülkelerin koşullarına pek benzemeyen sosyal zemininde, “sağlam bir ilerici örgütlenme mekanizmasını” hayata geçirmeliyiz.
Bu uğurda gerekiyorsa, çağdaş-toplumcu-demokrat siyasal “bütünleşmeye” ve “toplu örgütlenmeye”, hangi nedenle olursa olsun “yardımcı” olamayan, hatta “engel” oluşturan, dahası “erdem imgemizin” giderek yozlaşmasına “seyirci” kalan “öndeki kadrolardan”, “görevden çekilmelerini” ve özlenen bütünleşmeye hiç değilse bu yolla katkı sağlamalarını, istemeliyiz.
Çağdaş-toplumcu-demokrat kesimde “bütünleşmenin”, “sağlıklı yapılanmanın” ve “zindeleşmenin” önündeki tüm engelleri her ne pahasına olursa olsun, “devirmeli”, sağlıklı bir yapılanma ve örgütlenmeyle “bütünleşmeyi”, kesinlikle gerçekleştirmeliyiz.
Böyle bir amaçla;
o Tüm dinç, dürüst, sorumlu “çağdaş-toplumcu-demokrat insanlarımızı”...
o “İlerici sendikal unsurları, işçileri-emekçileri”...
o “Kabuklarını, gelişme çabalarıyla zorlayan köylüleri”...
o Daha özgür, daha üretici olmak için, “canını dişine takmış uğraşan ilerici yığınları”...
o Saygıdeğer “emeklileri”...
o Darlıklar içindeki insanımıza duyarlı, sevgi ve sorumluluk yüklü “ilerici kentlileri”, “aydınları”, “bilim adamlarını”, “sanatçıları”...
o Emeğe saygılı “çağdaş-toplumcu-demokrat girişimcileri-işkuranları”...
o Her kesimden “ilerici kadınları”...
o Her kesimden “yürek dolu, gönül dolu gençleri”...
Onların hepsini, şimdi hangi safta olurlarsa olsunlar; bu anlamlı mücadeleye katılmaya, “tarihin ilerici çarklarına” omuz vermeye, içteki ve dıştaki “emperyalist saldırılara” onurumuz ve özgürlüklerimiz için “demokratik” olarak başkaldırmaya, “bütünleşerek” toplumumuza “mutluluk” getirmeye ve bununla övünmeye, çağırıyoruz.
“Bütünleşme”, “yapılanma” ve “örgütlenmeye” dönük “toplantıyı” hep birlikte gerçekleştireceğiz ve “çağdaş-toplumcu-demokrat” bilinçli coşkuyu, beraberce yücelteceğiz.
Beklemeye hakkımız yok, haydi!..
Toplantı yeri ve Tarihi: Çağdaş-Toplumcu-Demokrat
Taksim Belediye Gazinosu Açılım adına
6 Şubat 1993, Cumartesi 13.00
BÖLÜM XI.3
ÇAĞDAŞ – TOPLUMCU – DEMOKRAT
AÇILIM
Taksim Toplantısı
6 Şubat 1993
Konuşma Metni
Çağrımıza kulak vererek, ortak sorunumuzu omuzlamaya; İstanbul’un hemen her kesiminden, buraya çok uzak semtlerinden; Türkiye’nin birçok yerinden; sevinçle, coşkuyla koşup gelen, sorumlu, güzel insanlar; saygıdeğer hanımefendiler; dostlarım, arkadaşlarım, omuzdaşlarım; yürek dolu gönül dolu, sevgili gençler; değerli basın emekçileri...
Hepinize, “anlamını” yücelttiğiniz bu toplantıya, “hoş geldiniz” diyorum.
“12 Eylül kabusu” pek çok insanımızı yalnızca, “ekonomik darlıklarda”; hatta gözaltıydı, düşünce suçundan yargılamaydı, hapisti, işkenceydi, cins cins “fiili saldırılarda”, felç etmedi. Aynı zamanda “düşünce edilgenliğine” itti, korkuttu.
O kadar böyle oldu ki, “haklı sol çıkışlarla” esenlik arayan nice insan; bu sefer, yeni yetme “sol feodallerin” “talimat alanlarında” eylemsizliğe sıkıştı, fazla kımıldayamaz oldu.
O nedenle, buradaki arkadaşlarımı, sizleri, her türlü korkuya, baskıya, hipnoza üst sorumluluklarla “meydan okuduğunuz” için kutluyorum.
Aynı çerçevede bugün buraya, koşup gelmek istediği halde, çeşitli engellerle katılamamış, ama selam yollamış, mesaj yollamış, duyarlı arkadaşlarımızı da, içtenlikle kutluyorum.
*
Değerli Arkadaşlarım:
Ülkemizde “sol”, halen, işlevine kasteden acı bir “bölünmüşlük” geçiriyor.
Bu konuda hepimiz kaygılanıyoruz; “çözümlemeler” ve “bütünleşme dilekleri” geliştiriyoruz.
Bazılarımız, “bölünmüşlüğün aktörleri” konumundaki liderlere, baskılar yapmak üzere harekete geçiyor; bu yolla özlenen bütünleşmenin gerçekleşebileceğini, “iyi niyetlerle” ama galiba naifçe, ümit ediyoruz.
Pekiyi, liderler birbirlerine, o da zor ama, “çikolata” ikram edip “kolonya” tutsalar, bu neyi ifade edecek ki?
Bütünleşmeyi, “özlemek” önemli, ama yetmez; “ayrışmanın” nereden kaynaklandığını, derinlemesine analiz etmemiz gerekiyor.
Ayrışma, giderek boğum boğum, katmerli, karmaşık bir içerik kazandı.
Böylesi bir “ayrışma yapısına” dönük olarak; ayrışmanın figürlerinden birine bakıp, “kapris”; ötekine bakıp “hizip”, diğerine bakıp, “paşa soyadı”, bir başka tarafa bakıp, “etnik özellik” demek; özde, kimi gerçekleri taşısa da, “akademik değerden” yoksun, kavrayışta ancak “fantezi” düzeyinde kalan, motifleri oluşturuyor.
Bizim sürdürdüğümüz gözlem ve incelemeler oysa, ayrışmanın esas olarak ülkemize özgü, “insan hareketlerinden” kaynaklandığını, ortaya koyuyor.
Bu konudaki görüşlerimi ve kaygılarımı, ne zamandır yazdığım, kürsülerden söylediğim, birçoğunuzun bilgisindedir.
Kaygılarımı SHP’nin 1991 Temmuz Kurultayı’da kürsüden dile getirdiğim, arkadaşlarımın hatırındadır.
SHP’nin “yere düşen karpuz” gibi çatlamaya doğru kaydığını, öyle giderse yaklaşmakta olan genel ve yerel seçimleri kaybedeceğini; o günlerde tezimiz bazında hep söylüyordum, yazıyordum.
Başta tarafların öndeki kadroları; kimse, yazık ki; tam da tahmin ettiğimiz şekilde sonradan yaşanan “üzücü olumsuzlukları”, aklından geçirmiyordu.
Yaşanan onca başarısızlığa ve sıkıntıya rağmen, birçok arkadaşımızın umursamazlıklarını, pişkinliklerini, sürdürmelerine; hepiniz gibi, ben de, çok şaşırıyorum.
“Havalar nasıl olursa olsun”, bu arkadaşlarımız, “kendi havaları iyi olsun”, istiyorlar.
Havalar ülkeyi “grip” etmiş, bölgeyi “verem” etmiş, bu arkadaşlar, havalarına dokunulsun, istemiyorlar.
Bu bir yana, soldaki ayrışmanın kökeninde, kestirmeden ifade edersek, solun üstüne oturması gereken “sosyal zeminde” meydana gelen “hırpalanmanın”, bulunduğunu görüyoruz.
Bir kısmımız bu konudaki düşüncelerimi bilseniz de, konuşmanın bütünselliğini sağlamak üzere, onları burada, kısaca, açmak istiyorum.
*
Öteden beri SHP örgütlerinde, genelde “solda yaşanan olaylarla”, “sol söylem ve ideoloji” arasında büyük farklılıklar olduğunu, gözlemlemekteydim. Özellikle “dediklerimizle yaptıklarımız” ve “yaptıklarımızla ülkenin sorunları ve gerçekleri” arasında, yer yer önemli farklılıklar dikkatime çarpıyordu.
“Sol söylem” insancıl, tutarlı ve derindir. “Sol ideoloji”, sayılamayacak kadar çok dev yapıtta oturmuş, ayrıtıllandırılmış sayılabilir. Şu var ki, bunlardan, benim bildiğim hiçbirine bakarak, Türkiye’de bilhassa, solda yaşanan “insan hareketlerini”, ilk bakışta, ben şahsen tahlil edemiyordum.
Kısaca, sol siyasetin güzel ideolojisi ile, ülkemizin gerçekleri arasında, çarpıcı farklılıklar olduğunu görmekteydim.
Özellikle SHP örgütlerinde gözlemlerim derinleştikçe, ne kadar ilginç manzaraların; hemen hepimizin, üniversitelerin, basının, bu arada siyaseti inşa edenlerin gıyabında oluşmakta bulunduğunu, hayretle izleyegeldim.
Bakın örneğin, büyük kentlerdeki SHP örgütlerinde çoğunlukla “Karadenizliler” le “Doğulular”, ayrışmaktalardı.
Büyük kentlere önden gelmiş Doğulular’la, sonradan gelen Doğulular, çok benzer şekilde, ayrışıyorlardı.
Akdeniz’de, Ege’de, kıyı kentlerimizdeki örgütlerimizde “merkez ilçeler”le “dolay ilçeler”, yine aynı biçimde, ayrışmaktalardı.
Kabaca, SHP örgütlerinde nispeten “yerleşik” partililerle, göç uzantısında kentlere tutunmaya çalışan, buralarda yaşam geliştirmeyi özleyen “daha-az-yerleşik” partililer, birbirlerine yabancılaşıyor, kendi aralarında sürtüşüyor, kavga ediyorlardı.
Bütün bunlar güzel, saygın fakat yeterince kapsamlı olmayan “soyut söylemimizin” skopunda yer almıyor; partiyi amansızca tırmalıyor, helak ediyordu.
Dönüp geriye bakalım...
Hizip
Cumhuriyet Halk Partisi’nde 1980 öncesinde, Sayın Baykal’la Sayın Topuz’un ayrışmalarının kökeninde, hiçbir “sosyo-politik olgu” yatmamakta mıydı acaba?
SHP içinde Sayın İnönü’yle Sayın Baykal’ın ayrışmalarında, birçok açıdan haklı sayılabilecek olmakla beraber, “hizip” açıklamasından başka hiçbir motif, araştırılmaya değer değil miydi?
Partinin bir yarısı, öteki yarısını “hizip” olmakla suçlarken, acaba farkında olmadan, kendi kendini de son toplamda “hizip” olmakla itham ediyor olmamakta mıydı?
Dikkate getirdiğim getirmediğim onca gelişme nereden kaynaklanmaktaydı, anlamamız gerekmez mi?
Çok Katmanlı, Kaotik Yarım Yamalak Bir Sınıfsal Çatışma
SHP örgütlerinde ve genelde ülkemizde “insan hareketlerine” yakından eğilince, onları tahlilde ve yönlendirmede dehşetli bir “acz” yaşadığımızı gördüm. Özellikle SHP bu sebepten, “sosyal zeminini” ve “referansını” önemli ölçüde yitirmekteydi.
Yaşadığımız olayları derinden çözümleyebilmek için, “klasik söylemimizden” farklı bakış açıları geliştirmek gereğini duyumsadım.
Bir “sınıfsal çatışma” yaşıyorduk. Ama bu çatışma çok yerde klasik bir Marksist analizin öngördüğünden, hayli farklıydı.
Sanayileşen her toplumda “emek” ve “sermaye” çatışması itibariyle, “Marksist analizin” skopuna aldığı “motifler”, belirginleşir.
Bizde de bir ölçüde böyledir. Şu var ki, Marksist analizin skopuna girmeyen birçok özgün gelişmeyi, ülkemizde yaşamakta olduğumuzu vurgulamak istemekteyim.
Belli belirsiz sınıflar, birbirlerine yakın sosyal katmanlar arasında “sürtüşme”, “ayrışım” ve olacaksa “katmansal kavga” nasıl oluşuyor; bu ayrıca ve derinlemesine incelenmeyi gerektiren, bize çok özgü bir “konu” olarak karşımıza çıkıveriyor.
Görebildiğimiz kadarıyla, böyle bir konuya, düşünürlerimiz ve siyasilerimiz pek zihin yormuş değiller. Olaya daha ziyade, klasik, saygın, ama ülkemizde “bütünü” tam yakalayamayan, şablonlarla bakıyorlar. Gerçekleri, onun için iyice ayrıntısıyla görmekten, çoğunlukla yoksun kalıyorlar.
Oysa “sınıfsal çatışma olgusu” kadar, “sınıfların nasıl oluştuğu” önem taşıyor.
Sınıflar bir çırpıda ortaya çıkmıyor ki. Sınıflar oluşmuşsa, aralarındaki çatışmanın nasıl olduğunu, tarihsel bağlamda, iyi kötü anlıyoruz. Ama ne “emeğe” ne de “sermayeye” pek benzemeyen sınıflar, ayrı ayrı oluşurken, kendi aralarında çatışmıyorlar mı? Başka bir deyişle yarım yamalak oluşmuş toplumsal katmanların, içten içten boy veren bir sürtüşme süreci olmayacak mı?
İşte bu konuya, pek bakılmadığını, görüyoruz.
Hem sonra bence çok önemli, bağıl bir konu daha var: “Sınıflar, özellikle emek ve sermaye sınıfları, her toplumda aynı biçimde oluşmuyor.”
Nasıl ki bizler ana rahminde bir embriyon (cenin) olarak gelişmeye koyulup, süreç sonunda doğuyorsak; bunun gibi toplumda sınıflar da, “toplumsal dinamikler” sürecinde tohumlanıp gelişiyor ve ortaya çıkıyorlar. Toplumsal sınıflar ya da katmanlar arasında yalnızca oluşum sonrasında değil, daha bunlar gelişmektelerken de “etkileşmeler”, doğallıkla meydana geliyor.
Ülkemizde özellikle Doğu’dan sökülüp, büyük kentlerimize vuran “göç dalgaları” uzantısında, buralarda merkezden çevreye doğru kademe kademe, karman çorman, “kaotik” bir nevi “sınıfsal çatışma” yaşanıyor.
Emek-sermaye tasnifi, önemli bir ölçüde geçerli olmakla beraber; karşı karşıya olduğumuz “kaotik sınıfsal çatışmayı” tahlilde, hayli yetersiz görünüyor. Çünkü ülkenin yarısı sokakta. Ne “emek” ne “sermaye”, Günü birlik yaşıyor. Bir “emek-sermaye gruplaşması” yanısıra, belki böyle bir evre öncesi çeşitli yetişkinlikteki birçok toplumsal oluşum, aynı bir mekanda, kabuk kabuk, kopuk kopuk, ayrı ayrı, hüküm icra ediyor.
Ülkemizde işte, birçok “ön” ya da “ara” katmanın usul usul gelişen siyasi ayrışmasında; özellikle büyük kentlerdeki “göçerlerin yerleşiklik kategorilerinin”, temel bir dinamik olarak çalışmaya başladığını, farkedebiliriz.
Bir defa partilerin ayrışmasında söz konusu faktör, bir bakıma, zaten çalışıyor.
Esas, konumuz açısından, SHP içinde bu faktör, müthiş belirleyici oldu. Büyük kentlerdeki SHP örgütlerinde Karadenizliler’ le Doğulular, bundan dolayı ayrışıyorlardı; hatta eski Doğulular’ la Yeni Doğulular da, bundan dolayı ayrışıyorlardı.
“Söz konusu ayrışmada etnik, mezhepsel, v.b. özellikler hiç rol oynamıyor”, demiyorum. Nedir ki, görebildiğim kadarıyla, ayrışmada asıl belirleyici olan, “kentleşmedeki yerleşiklik kategorileri”. Bu hususun altını çizmek isterim.
Böyle bir çerçevede, eski CHP’de “Topuz Hizbi” olarak bilinen gruplaşma, o zamanlar özellikle büyük kentlerdeki, giderek yerleşikleşmede bulunan Karadenizli göçer dinamiklerin hareketidir, denilebilir.
O sıralardaki “Baykal Hizbi” olarak bilinen gruplaşmaysa, ilginçtir, esas olarak büyük kentlerde tutunmaya çalışan Doğulu göçer -kuvvetle tahmin ederim kidinamiklerin üzerine oturmaktadır. Demek daha o zamanlar, tam tahlil edilmese de, büyük kentlerde Karadenizliler’le Doğulular hafiften, bir “hinterland kavgasına” tutuşmuşlar.
Büyük kentlerdeki göçer dinamikler, Anadolu’daki kökleriyle bağlantılı olduklarından, bu dinamiklerin yönelişlerinin, ülke siyasetinde, ayrıca fevkalade belirleyici olduğu, bu arada kaydedilebilir.
Karadenizliler’le Doğulular’ın, örneğin SHP’deki ayrışması, 20 Ekim 1991 Genel Seçimi’nde bir nevi, Karadeniz Bölgemiz’le Doğu ve Güney Doğu Bölgelerimiz’in siyasi ayrışması sonucunu, doğurmuştur. SHP, Doğu’da ve Güney Doğu’da yer yer üçte ikileri bulan oy oranlarını yakalayabilirken, Karadeniz’den, tek bir milletvekili çıkaramamıştır.
Öte yandan, SHP içinde İnönü-Baykal kapışmasının -süreç içinde sergilenen pek çok yönetsel faulle ilgili kanaatimiz saklı tutularak- basit bir “hizip” olayı olarak tahlil edilmesi, çok yavan, düşünce tembelliği ve koşullanmasındaki bir yaklaşımı işaret eder.
Olay, benim deyimlerimle “ilerici-göçer dinamiklerle”, “ilerici-yerleşik-dinamiklerin” kavgası ve sonuçta birbirlerinden kopmasıdır.
İlericiliğe birazdan geleceğim.
Esas şunu belirteyim.. SHP’de Sayın Baykal’ın Genel Sekreter olduğu dönemde de, sonrasında da parti yönetimi, bana göre, partideki “insan hareketlerini” tahlil edememiştir. İlerici-yerleşik-dinamiklerle, ilerici-göçer-dinamikleri “barıştırıp sarmaştırması” gerekirken, onların sürtüşmesi ve kavgasının içinde “tasfiyeci taraf” olmuştur. Bu da doğallıkla, partiyi fena hırpalamış, sonunda da bölmüştür.
O arada DSP oluşumunun, Bülent Ecevit karizmasının ötesinde, dikkate getirmeye çalıştığım derinliklerden, bu arada SHP’nin, göç patlamasından dolayı sarmalayamadığı “özlem taşmasından” kökler aldığı, sanırım gitgide daha iyi anlaşılıyordur.
Ayrıntıya girmiyorum.
İlericilik
“İlerici-göçer-dinamikler” ya da “ilerici-yerleşik-dinamikler” dediğimiz zaman, “ilerici” sıfatıyla tam ne kastettiğimi açıklayayım.
Böyle bir tanımlamada ne her göçer dinamik ilericidir, ne de her yerleşik dinamik ilericidir.
“İlericiliği”, sözcüğün, tam anlamıyla “evrensel” bir çerçevede, “doğanın”, bunun da uzantısında hatta “insanlık tarihinin, kargaşadan düzenlilik üretme eğilimleriyle uyumlu bir tavır” olarak tanımlıyorum.
Onun için “ilerici-bir-göçer-unsur”, “göçer” olması yanı sıra; daha özgür, daha üretici ve daha yaratıcı olmak üzere, “olumsuz statükoya” karşı, örgütlü, bir siyasi tavır geliştirebiliyorsa, “ilerici” olarak anılmaya layıktır.
Bunun gibi, “ilerci-bir-yerleşik-unsur”, “yerleşik” olması yanı sıra; kendi gibi tüm insanların, o arada göçer dinamiklerin, daha özgür, daha üretici ve daha yaratıcı olmalarına olanak sağlamak üzere “olumsuz statükoya” karşı örgütlü bir siyasi tavır geliştirebiliyorsa, “ilerici” olarak anılmaya layıktır.
İster göçer ister yerleşik; düzenin bozukluklarını sistemli bir şekilde gidermeye yönelmek yerine, o bozukluklardan bireysel, hatta gayrımeşru çıkar sağlamak üzere yararlanmak için debelenen, hiçbir dinamik, ilerici değildir.
Bu hususun altını her fırsatta çiziyorum. Korkum o ki “sol”, ülkemiz güncelinde “ilerici-göçer-dinamiklerle” düzenin bozukluklarından pay almaya yönelen, “siyaseten ehliyetsiz ve eğitimsiz anaforları”, birbirinden ayırmayı, gerçekten başaramamıştır.
Solun göçer dinamikleri arasında da yerleşik dinamikleri arasında da, “soysuzlaşanlar” vardır. Bunlar asla ilerici değillerdir ve aramızdan aciliyet ve kararlılıkla ayıklanmalıdırlar. Böyle demek de yetmez. Solun özlenen amacı sağlamak üzere “partisel eğitim”, “siyasi birikim değerlemesi” gibi, ölçütler vazederek kurumsallaşması, gerekmektedir.
Şu temel görüşümü de kaydedeyim:
Ülkemizde hiçbir hareket, tarihsel gelişmeleri günümüze izdüşürerek, “ilerici-göçer-dinamikleri” kucaklamaksızın “ilericilik” özelliğini, edinemez.
Yalnız bunun gibi, hiçbir ilerici-göçer-dinamik de, “ilerici-yerleşik-dinamiklerle” akıllı, saygılı, dengeli, tılsımlı omuzdaşlıkları yakalamaksızın, siyasi olarak “başarıya” ulaşamaz; o zaman da dışarlanır, ezilir marjinalleşir.
Ülkemizde Sol Neden Geriledi?
Bazılarımızın ileriye sürdüğü gibi, “ülkemizde sol”; Batı Avrupa’da ve Dünya’da sol gerilediği için, gerilemiş değildir.
Biz ülkemizdeki “insan hareketlerini” ve “özlemleri” tahlil edemediğimiz için, gerilemiştir.
Solun üstüne oturması gereken sosyal zemini, tam belirleyemediğimiz ve bunu kurumsallaştırma aşamasına taşıyamadığımız için gerilemiştir.
Çok saygın olsa dahi, ülke gerçekleri karşısında, yer yer pek bir mana ifade etmeyen konfeksiyon, tercüme ideoloji yanısıra; yerel, somut, özgün çözüm önerilerini doyumlu düzeyde üretemediğimiz için, gerilemiştir.
Çeşitli kesimlerdeki tüm gayretlere dönük derin bir saygıyla, ifade edeyim; öndeki kadrolar, işte bu anlattıklarımı görememiş ya da sağlayamamış olduklarından; sol bölünmüş ve gerilemiştir.
Hatta sol ahlak, sol erdem imgemiz bile, yazık ki, işte açıkladığım sebepler yüzünden, güncel yozlaşma süreçlerinde hırpalanmaya bırakılmıştır.
*
Biz zayıfladıkça, yurdumuz ve ulusumuz, keza bölgemiz, dışarıdan üstümüze yönelen her türlü “melanete” karşı savunmasız kalıyor. Ezilenler daha çok eziliyor. Özgürlüklerimiz, üretici yeteneklerimiz, irademiz ve bağımsızlığımız kısıtlanıyor. Ülkemiz, emperyalistlerin bölgede egemenlik geliştirmek üzere yarıştıkları, bir platform olmaya sıkışıyor.
Bütün bunlara seyirci kalamayız.
Pekiyi ne yapmalıyız?
Çağdaş-toplumcu-demokrat kesimde, bütünleşmenin, sağlıklı yapılanmanın ve zindeleşmenin önündeki, tüm engelleri, devirmeliyiz.
Bütünleşmeye, eğer, çeşitli kesimlerimizin “öndeki yapıları” ve “kadroları” engel iseler, bu takdirde, onlardan bugüne kadarki çabalarına ve katkılarına içten teşekkürlerle, “özveri” göstererek, görevden çekilmelerini istemeliyiz.
Bunu yapmak istemezler ise, konumlarını korumadaki “reflekslerini”, anlayışla karşılamalı; ama onları da demokratik ve tüzüksel, olağan yollarla, devirmeliyiz.
Karşımıza, “değerli liderler” çıkarlarsa, ne yazık, onları da aynı şekilde devirmeli ve özlenen bütünleşmeyi, ne pahasına olursa olsun, sağlamalıyız.
Belki acı ama, ne yapalım ki hayatın içinden gelen çözüm budur.
Hepimiz, burada böyle bir hedefe, kilitlenmeliyiz, diye düşünüyorum.
Birazdan, güzel konuşmalar ve tahliller dinleyeceğiz.
Sonunda buradan aynı bir kararlılıkla, kendi kesimlerimize ve mücadele doğrultularımıza döneceğiz.
Her birimiz, kendi doğrultumuzda aynı bir hedefe ulaşmak üzere, burada “iş bölümü” yapmışçasına, çağdaş-toplumcu-demokrat bütünleşmenin önündeki engelleri, yolun kenarına taşıyalım.
Bütünleşme yollarını arıtalım. Göreve, örgütlerdeki dinç, yetenekli, siyasal ve yönetsel birikim sahibi “alternatif kadroları” taşıyalım. En sonunda, tekrar böyle bir platforma dönerek, bütünleşmenin “sosyal mühendisliğini”, gerçekleştirelim. Ülkemizdeki ilerici hareketi, üstüne oturması gereken “sosyal zemine” oturtalım ve orada kurumsallaştıralım.
Bu bir “tarih projesidir”.
“Ne yapalım, elden başka bir şey gelmiyor ki” diyenlere; daha da önemlisi ülkemizde “tarihin ilerici çarklarını”, bilerek bilmeyerek, hasara uğratanlara, “tarih tezgahları” başında yer yoktur.
Sizleri ülkemizde “ilerici hareketin” yirmibirinci yüzyıla doğru “omuzdaşlığını” üstlenmeye; çağdaş-toplumcu-demokrat insan zeminini kurumsallaştırmaya; bu zeminde ülkenin bölgenin ve dünyamızın sorunlarını kavrayarak, somut ve özgün çözüm önerileri, politikalar üretmeye ve bununla övünmeye davet ediyorum.
Hepinize yürekten başarılar diliyor, sevgiler, saygılar sunuyorum.
Son Yorumlar