« EMO: Enerji ve Savaş, Gaziantep | Mendebur Sistem » |
DEĞİŞEN DÜNYADA SİLAHSIZLANMA VE TÜRKİYE’NİN ULUSAL GÜVENLİK STRATEJİSİ
Yazılar, Konferanslar
DEĞİŞEN DÜNYADA SİLAHSIZLANMA VE TÜRKİYE’NİN |
...
Türkiye her zaman çok “önemli” olmuştur. Eli kolu, zaman zaman, bağlı kalmıştır. Bir “seçim” yapmıştır. O seçimin gereklerini yerine getirmekte, zaman zaman fevkalade zorlanmıştır. Üst yetkililerin ve Silahlı Kuvvetlerimiz’in önde gelen (burada beraber olmaktan mutluluk duyduğumuz) komutanlarının, “milli” davranmak konusundaki gayretleriyle, özellikle, “kişiliğini” önemli ölçüde sürdürmeyi, başarmıştır. Bununla beraber çok mağdur olacağı, çok sıkıştığı, çok zorlandığı dönemler de yaşamıştır. Türkiye, bugün de birçok tehdidin üstüne yöneldiği bir konumdadır.
“Tehdit nereden kaynaklanıyor?”, sorusu tabii strateji yönünden,öne çıkıyor. Bundan önceki konuşmacılar ifade ettiler. Ancak hızlıca özetlersek..
1. Denizlerarası Su Yolu olmamız.
2. Yeni Bir İpek Yolu’nun üstünde bulunmamız.
Diğer taraftan, bugüne kadar hiç bilmediğimiz, başka bir takım yolların ortaya gelmesinden dolayı, Türkiye önem kazanmaktadır.
Nedir bunlar?
Petrol Yolu, Doğal Gaz Yolu.. Bu açıdan, işte “İskenderun Körfezi” ne, ilk elde, Türkiye’nin petrol ihtiyacının aşağı yukarı yirmi katı kadar petrol, çeşitli yerlerden gelebilecektir. O arada, daha uzak bağlantılar da sağlanabilecektir. “Kazakistan” bağlantısı, “Türkmenistan” bağlantısı sağlanabilecektir. Bunlar tabii ki, Türkiye’deki “ilgi odaklarını” farklılaştırmakta, çeşitlendirmekte ve öncekinden değişik “jeopolitik noktalara” taşımaktadırlar. Bütün bunlar Türkiye’nin çevresinde gördüğümüz acımasızlıkların, olabileceğini, akıldan çıkartmamamız gerektiğini, ayrıca telkin etmektedir.
Ben şahsen çevremizde, “silahlı bir çatışma” varsa, bunun iki ölçütle ele alınması gerektiğini, düşünüyorum.
Birincisi, bu çatışmayı meydana getiren bir “vasat” var mı acaba, diye bakmamız gerekir, diye düşünüyorum. Bakıyoruz ki, bir vasat var. Yani vasat yok değil. İran’la Irak’ın çatışmaları için bir vasat var. Yahut bizim içimizdeki çatışmaları yönlendiren bir vasat var; PKK’yla Türkiye’nin çatışması için bir vasat var, denilebilir. Sosyolojik açıdan bakıldığında, Siyasal Bilim açısından bakıldığında, böyle..
Ama ikinci bir ölçüt de şu olarak düşünülebilir: “Kim yaşıyor?” Acaba kaşıyanlar da, yok mu? Yani vasat kendi başına mı? Bu konuda çok ilginç bir örneği, İran-Irak savaşında yaşadık. Olaylar, çok acımasız gelişiyor.
Vasat vardı. Şu var ki İran’la Irak savaşa tutuştular. Milyarlarca dolar zarara girdiler. Petrol fiyatları düştü. Batı ucuz petrole karşılık ödediği dolarları, “silah” satarak geri aldı. Bir yığın üzüntü ve huzursuzluk meydana geldi... İşte Saddam’ın Kuveyt’e girmesi... Ama bu ve benzer gerekçelerin, Balkanlar’daki olaylarla kıyaslandığında, “bahaneler” olarak ileriye sürüldüğünü, sonradan idrak ediyoruz. Batı gitti, Körfez’de inanılmaz bir teknik donanım ve gelişmeyle silahlarını denedi. Sattığı silahları, hemen tümüyle imha etti.
Bizim burada Saddam’ı savunacak halimiz yok. Saddam Irak halkına en büyük ihaneti yaptı, denilebilir. Ama Batı da işte böyledir. “Batı Uygarlığı” Orta Doğu’da “barbarca” davranmıştır. Çift katlı kaymaklı ekmek kadayıfı mazlumun sırtından, böyle yenir. Hayatın gerçeği budur.
Çevremizdeki “tehdit” ve bundan önceki gelişmeler,vs... Yani ne yapmamız gerekir?
Bu konuda düşünen siyasiler vardır. Başka ilgililer vardır. Konu Parlamento’nun görevidir, böyle olmak gereklidir.
“Tehdit”, teknik olanak “Genelkurmay” tarafından değerlendirilir. Buna bağlı olarak, orada SHP yapılır. Bu SHP, koalisyon ortağı olan parti değil; Stratejik Hedef Planlarıdır.
Şimdi bunlar tabii, çok önemlidir, gizlidir, dinamik olarak gözden geçirilmesi gereklidir. Bunlar muhtemel gelişmeleri öngörür. İhtiyaçları ona göre belirlerler. Bu ithiyaçları “Savunma bakanlığı”, Genelkurmay’dan alır. Savunma Bakanlığı siyasidir. Savunma Bakanı, Hükümet içindedir. “Hükümet”, ihtiyaçları gözden geçirir. Parlamento’ya sevkeder. “Savunma Bütçesi” burada, Bütçe’yle beraber kanunlaşır. Sonra da gereği yerine getirilmek üzere, yola çıkılır.
Gereği Nedir? “Savunma Sanayiidir”.
Şimdi bizim Savunma Sanayimiz –aramızda Savunma Sanayii ile ilgilenmiş komutanlarımız da var- çok hızlıca kaydetmek gerekirse.. Yeterince “entegre”, yani “bütünsel” değildir. Yeterince “milli” değildir. Yani stratejik hedeflerimize bağlı olarak, “milli savunma planlaması” yapıyoruz; Savunma planlaması içinde şu unsurlar yer alacak, diyoruz; o unsurları şöyle şöyle gerçekleştirmek üzere yola çıkmalıyız, diyoruz.. Böyle bir felsefeye uygunluk, sergilememektedir.
Burada dış ilişkiler çalışır, dış bağlantılar çalışır, dış güçler çalışır. Neticede, nerede milyar dolarlık bir ihale varsa -hiçbir özneyi kastederek konuşmuyorum- orada genelde yüz milyon dolarlık “rüşvet” vardır. “Kirlilik” vardır. Kapalı kapılar ardında kulisler vardır. Siyasi ilişkiler vardır. Ondan sonra ortaya bir “tablo” çıkar. Size silah satarlar, dövüşürsünüz, silahlar heba olur, yeniden satarlar.
Tabii “Türkiye’nin savunma ihtiyacı yoktur”, demek istiyor, olamam. Hayır, bunu kastetmiyorum. Tam tersine olarak, savunma sanayinin nasıl olması gerektiğine, bugünkü arızalarla beraber yakından ve cesur bir şekilde bakmamız, gerekir diyorum. Teknik olarak sanıldığı, ifade edildiği gibi, ortaya gelen “savunma harcamaları”; savunma sanayimizi daha iyi bir üst aşamaya taşıyabilecek, sanayimizin gelişmesine yardımcı olabilecek, bir özellikte değildir. Dediğim gibi, yeterince milli değildir. Burada açık konuşalım, cesur olalım. Çekinecek taraf yok.
İşin gerçeği şu.. Bir “savunma yeteneği” gerçekleştirmek zorundasınız. Bundan kaçamazsınız. Ama bunu yeterince “milli” olarak geliştirmemiz için de, elden gelen herşey yapılmalıdır. Büyükelçilerimiz bu noktayı gayet yerinde, işaret ettiler. Acımasızdır devletler. Buraya on milyar dolarlık silah satmaları gerekiyorsa, bunu yapıyorlar. Ankara’da birtakım unsurlarla ilişkiler kuruluyor, şimdi bunlar konuşulmuyor, ama bunları konuşmamız gerek.
Pekiyi nasıl olacak? Yani bir yandan savunma bir “zorunluluk”, bir yandan bütün bu “arızalar” var. O halde ne yapmamız lazım?
Akıllı olmaya çalışmalıyız. Bunları tabii, güzel insanlarımız, uzmanlarımız, bilgi sahibi emektarlarımız, generallerimiz, kurumlarımız, siyasilerimiz düşünüyorlar, düşünmüşlerdir, düşünmektelerdir. Bizim de bu konuda çalışmalarımız, katkılarımız olduğu bilinir.
Biz Türk Silahlı Kuvvetleri’nin “gerçekçi”, “barışçı” bir “savunma yeteneğine” sahip olmasını savunuyoruz. Bunun için de “saldırı silahlarına” değil, “savunma silahlarına” ağırlık vermemiz gerekir, diye düşünüyorum. Uçakların örneğin tamamından kaçınamayız ama, daha çok uçak değil, füzesavar; tank değil tanksavar, edinmeye yönelmeliyiz. Füzesavarların, tanksavarların -hem en gelişmiş teknikle- bakarsınız, saldırı silahlarına göre maloluş fiyatları, aşağı yukarı 1/200 civarındadır. Yani bir tank üçmilyon dolarsa, bir tanksavar onbeşbin dolardır. Diyelim ki bir uçak ikiyüz milyon dolar, bir uçaksavar birmilyon dolardır. Bunları mümkün mertebe, daha kolay olduğu için, kendimiz geliştirmeliyiz.
Şu anlayış vardır. Batı, “Zaten, biz size veriyoruz silahları, ayrıca silah geliştirmeye ihtiyacınız yok” demiştir. Günü geldiğinde, o silahları kullanmamız gerektiğinde demişlerdir ki, “Biz bu silahları size o amaçla vermedik, oturun oturduğunuz yerde”... Kişiliğimizle oynamıştır, onurumuzla oynamıştır.
Bunun gibi tabii, daha kolay olduğu için söylüyorum, “mühimmat üretimi” önemlidir. “Haberleşme”, “askeri elektronik”, önemlidir. Bunları, yavaş yavaş “milli imkanlarla” sağlamaya yönelmemiz yerinde olur.
Şimdi özellikle genç arkadaşlarıma söyleyeceğim, bir düşüncem, var. “Tarih tekerrürden ibarettir” denir. Ben öyle olduğunu zannetmiyorum. Tarihin çeşitli evreleri var. “Tarih kaostan, kargaşadan, kandan, acıdan, ızdıraptan özgürlükleri, düzenliliği ve insan hak ve özgürlüklerini sağagelmiştir.” Buradaki gençlerin, arkadaşların çoğu göklere çıktıkları için, onlar; herşeye, dünyaya, yukarıdan bakabilme ayrıcalığına sahip, bulunuyorlar. Yukarıdan göreceğiniz manzara, çok tabii, farklı olacaktır. Geliştireceğiniz anlayış, farklı olacaktır. Çok hızlı bir mesaj vermek istiyorum. Tarihin günümüzdeki evresinde insanın aklının kendisini var eden evren bilincinin -buna herhangi ilahi bir anlam vererek söylüyor değilim- gerisinde olduğunu” görüyoruz.
Bağıl bir nokta şu..
Günün onsekiz saatini akşamki bir kase çorba için harcayan insan, savaşmak istemiyor, öyle bir derdi, imkanı yok. Başkaları savaşıyor. Mazlumları da savaşmaya zorluyor.
“Kamuoyu” çok önem taşıyor.
“Dünya kamuoyu” çok ciddi bir savunma aracıdır. Nükleer silahların Avrupa’dan sökülüp atılmasında, Avrupa kamuoyunun, kadınların, gençliğin, aydınların çok önemli etkisi olmuştur.
Bunları gözönünde bulundurmamız gerekiyor. “Stratejinin” bir parçası budur. Az önce Paşam “demokratikleşmenin” Türkiye’nin çok önemli bir savunma hedefi, bir stratejik hedefi olduğunu, ifade etti.
Ben sanıyordum ki, özellikle “nükleer silahlanmanın doruğuna” yaklaşılmışken; “insanın evrendeki yalnızlığı”, o arada “çevre kirliliği”, yani sanayideki yanlışlıklar; insanların birbirine daha çok sokulmaları, insanların birbirleriyle daha çok kucaklaşmaları sonucunu doğuracak. Zannediyordum ki savaşlar, sıcak çatışma, daha gerilerde kalacak. Fakat öyle olmadı. “İnsan aklının” kendisini var eden “evren bilincinden”, daha “geride” olduğunu doğrulayan gelişmeleri yaşıyoruz. Bütün bunlara duyarlı olmamız gerektiğine, inanarak; hepinize, sevgiler saygılarla teşekkür ediyorum.
SORU CEVAP
(Tolga Yarman)
1. Soruları üç bölümde cevaplayacağım. Birinci grup soru, “savunma silahlarından taviz verme” konusunda. Bu konuda soru gelmesi, bir açıklama yapmama da izin verecek.
Ben “taarruz silahlarına” sahip olmamız gerekir, demedim.”Milli Savunma Sanayiini geliştirirken, öncelikleri nasıl belirlemeliyiz?” sorusunun cevabını, vermeye çalıştım. “F-16’ların”, Türkiye’de yapılmasının yararları, zararları, ayrıca akademik açıdan tartışılabilecektir. Komutanların, iyi niyetli yaklaşımlarından, ihtiyaca yönelik duyarlılıktan, hiçbir kuşkumuz yoktur. Bunu, altını çizerek, ifade etmek istiyorum. Ancak başka bir noktayı işaret etmek istiyorum. Şimdi F-16 projesiyle, demin söylediğim hususlar saklı olarak, Türkiye’ye en azından “seferberlik” zamanında kendi uçağını sağlama şansı bahşediliyor. Ama esas kastettiğim şu. Bir “otonomi” kazanmak istiyorsanız -Gürkan Paşam da bunun üzerinde özenle durdu- o takdirde, kuşkusuz Savunma Sanayii’ne, “milli teknolojiyle” yönelmek zorundasınız. F-16, önemli bir aşamadır. Necioğlu Paşam açıkladı. Nedir ki, benim söylediğim çok başka. “Füzeleri”, “yakıtına” varıncaya kadar siz yapacaksınız. Yaparsanız, bir türlüdür, yapamazsanız bir başka türlüdür. Nükleer silahı, örneğin yapabilirdik, öyle bir ekibimiz vardı. Etrafta o tür hevesler kol geziyorsa, nükleer silah yapmak değil ama, o potansiyele sahip olduğunuzun imajını geliştirmek zorundasınız. Maalesef dünya böylesine gaddar bir dünya.
“Silah hastaneleri” (az önce unuttum) yapmak. Harbiyeliler de mutlaka şimdiden tanışmış olmalıdırlar. Çeşitli yerlerde Bakım Merkezlerimiz vardır. Bunlar, önemli gelişmelerdir. Bunlar, milli gelişmelerdir, övüneceğimiz gelişmelerdir. Ama, söylediğim boyutta ilave “millilik aşamaları”, kaydetmek üzere, orada da yeni yeni doğrultulara, bahsettiğim açılımlara ihtiyaç vardır, diye düşünüyorum. Bu bölüme aldığım soruları cevapladığımı sanıyorum.
[Harp Okulu’na kitabını tanıtıp, hediye ediyor.]
2. İkinci bölümde “Yıldız Savaşları” ile ilgili sorular var. Sovyetler Birliği’nin nasıl, Yıldız Savaşları dolayısıyla nasıl çözüldüğünü açıklar mısınız, diyorlar.
Şundan dolayı.. Siyasal bilimciler, çok güzel teknik ayrıntılara değindiler. Ama biz başka terimlerle bakıyoruz.. Kuşkusuz onların terimlerini de öğrenmek zorunda olarak, bakış açılarını anlamaya çalışarak... Biz olaya “teknolojik” açıdan bakıyoruz. Çünkü, siyasetin kökeninde ekonomi var, ekonominin kökeninde ise önemli ölçüde teknoloji vardır. Sovyetler Birliği Amerika’nın oluşturduğu “teknoloji” karşısında, etkisiz kaldı. Bu yüzden çöktü. Bu ayrıntı çok konuşulmuyor. Ama Amerika, bilerek zorlamıştır. Yıldız Savaşları projesine yüz milyar dolar, yaptırmayı öngörmüştür. Proje sürmektedir. Gorbaçov ve arkadaşları, Sovyetler Birliği’nin böyle bir projeyi başaramayacağını, öngörmüştür. Sovyetler Birliği’nin “çöküşü” böyle başlamıştır. “Teknoloji”, Sovyetler Birliği’ni hırpalamış ve çökertmiştir. “Yıldız Savaşları” fıçıyı dolduran son damlalardır, denilebilir.
3. “İnsan aklının kendini var eden evren bilincinin gerisinde olduğu” düşüncesini, biraz açar mısınız? Pekiyi..
Burada çok güzel tahliller yapıldı. Bu tahliller, karşı karşıya bulunduğumuz “olguları”, bize anlattı. Bilim adamları tahlil yapmayı çok severler. Ben de bir bilim adamıyım. Bizler, tahlilden geri duramayız. Ama tahlilleri, tahlillerin kökenindeki olguları, “Allah’ın emri” olarak görmek, yanlıştır. “Silahlanma yarışı”, inanılmaz bir “gaflettir”. Ülkelerin en dahi çocukları silahlanma yarışında, çalışmışlardır. Teknik olarak fevkalade çarpıcı şeyler yapmışlardır. Şimdi öyle bir zincir düşünün ki her bir halkası “dahiyane” olsun. Nedir ki halkaları yanyana getirdiğiniz zaman ortaya, bir “ahmaklık tablosu” çıkıyor. Ben buna, “dahiyane bir ahmaklık tablosu” diyorum.
Yeryüzünde çok “cibilliyetsiz” var!.. Bunlardan kurtulmanın çaresi de “kamuoyunun” etkin kılınmasını sağlamaktır.. Tıpkı evrenin dünyayı varettiği gibi; yıldızları varettiği gibi; “insanlık tarihi” de, onun uzantısı olarak, “kaostan”, “kargaşadan” yani “düzenlilik” üretiyor. “Özgürlükleri”, “insan haklarını”, “demokratikleşmeyi” sağlıyor. Gençler.. Sizler, yarın, öbür gün, göklere çıkacaksınız ve “savunma görevinizi” yerine getireceksiniz. Bu arada, yeryüzünde, “insan” olarak “tarihi” hızlandırmak” gibi de, tarihin özgürlükleri, tarihin insan haklarını sağmasına, omuz vermek gibi de, bir göreviniz olduğunu, halisane ifade etmek istiyorum. Teşekkür ederim.
Son Yorumlar