« Panik Yok | ZİRVEDE NÜKLEER SİLAHSIZLANMA » |
Nukleer Tartismasinda Holiganizme Yer Yok
Yazılar, Gazete Yazıları
|
|
Nukleer Tartismasinda Holiganizme Yer Yok Nukleer enerji uretimi, yeryuzunde, gayet onemli bir islev ustlenegelmistir. Gerci nukleer enerji, ozellikle, meydana gelen beklenmedik kazalar dolayisiyla, kendisine baglanan umutlari tasiyabilmis degildir; ancak halen pek cok ulkede, yuvarlak 400 000 MW tutarinda kurulu bir nukleer kapasite mevcuttur ki bu, ulkemizde kurulu elektrik kapasitesinin yaklasik yirmi katina denk gelmektedir. |
...
KOKTEN-NUKLEERCI BIRINCI SAV
Yaklasik yirmi, yirmi bes yil kadar evvel, demek ki 1970'lerde (sahsen benim de yaninda yer aldigim), ''ulkemizde nukleer enerji uretiminin gerekliligi'' yonundeki ''akademik sav'' ; cesitli eklemlerinin, zaman icinde degismesinden dolayi, bugun icin ''gecerliligini'' hemen tamamen yitirmis bulunmaktadir.
Bu sebeple, bugun, ulkemizde nukleer enerji uretimi, ''akademik'' olarak arkasinda durulabilecek bir ''zorunluluk'' degil; 1980 baslarindan bu yana, cesitli platformlarda anlatmaya ve kavramsallastirmaya calistigim sekliyle, ''siyasi bir karar ve tercih konusudur.''
''Akademik zorunluluk degil, siyasi karar" demek; ''Matematiksel bir teorem degil, toplum fertlerinin hakkinda algilama, cikar, istek ve tercihleri dogrultusunda, ozgun iradeleriyle secim yapmalarini davet eden bir mesele'' demektir. Boylesi bir karar ve secim eyleminde, bir ''siyasi tavir", bunun da geregi, oyle yahut boyle bir ''oylama sureci'', gundeme gelmektedir. Bu da tabiatiyla ''demokratik anlayisin bas bir geregi'' olmaktadir. Ceyrek yuzyil onceki ''Nukleer Sav'' , zamanla curumustur! Soz konusu sav, o aralar dunya enerji analiz cevrelerinde sikca basvurulan bir yaklasim sablonunu baz almaktaydi. Buna gore (anlasilir bicimde): Once, gelecege donuk olarak bir ''enerji talep tahmini" vazedilirdi.
Bundan sonra ''soz konusu olacak enerji gereksinmesinin, elde mevcut, iste sonlu (yani elli yil, yuzelli yil, her neyse, belli bir sure sonra tukenecek) petrol, komur, dogal gaz gibi klasik enerji kaynaklariyla ne olcude karsilanabileceginin" , bir degerlendirmesi yapilirdi. Daha sonra, ''yenilenebilir" ya da pratikce ''sonsuz " gunes, ruzgar, fuzyon gibi ''klasik olmayan kaynaklarin, gelecekteki enerji ihtiyacinin ne kadarini karsilayabileceg inin" bir kestirimi cikartilmaya calisilirdi. ''Bilancoya" bakilinca, ortada hala ve giderek buyuyecek bir ''acik" gorunurdu. Bunu ise karsilamaya hazir, bir tek ''teknolojisi hazir" , diger bir taraftan gun icin ''guvenirliginden" hic kusku duymadigimiz, ''nukleer enerji" secenegi gorunurdu.
FORMULLER DEGISTI
Demek ki yirmi, yirmi bes yil once, acikladigim yaklasimi matematiksellestirirsek, su ''ardisik iki formul" , gercekliklerini hemen tum uzmanlara kabul ettiriyordu:
i) Yakin gelecege donuk enerji talebi - Bunun karsilanmasinda klasik, ya da klasik olmayan kaynaklarla saglanabilecek enerji uretimi - Kacinilmaz ve buyuyegidecek bir enerji uretim acigi
ii) Bu acigi kapatacak yegane secenek - Nukleer enerji uretimi zaman icinde ortaya cikan gelismeler ''bu formullerin kabul edilebilirligine" , Dunya genelinde de, o arada bizim ozelimizde de, golge dusurdu. Bunu, bircok baska calismam yani sira (demin kaydettigim) ''Gecmiste ve Bugun Nukleer Enerji Tartismasi" baslikli cozumlememde, uzun uzadiya acikladim.
Burada ayrintiya girmeyecegim. Sunu belirtmekle yetineyim. Bugun icin, su formullerdeki hemen tum eklemler, degismis bulunuyor. Zaman icinde olusan gercekler, bu formullerde, en once, uc ciddi yanlisin bulundugunu gosterdi bize.
Birinci Yanlis: ''Talep Seyir Tahmini" Bire iki yanilgili cikmistir. Bir defa ''enerji talep seyir tahminleri" , Dunya'da da, ulkemizde de, yuvarlak ''bire iki" yanilgili cikti. Bu cercevede, ozellikle '' petrol soklarindan" sonra, akillarda hic olmayan bir kaynak, ''enerji tasarrufu ve verimliligi" devreye girdi; yapilan her sey yuvarlak ''yari yariya enerji" kullanilarak, basarildi. Baska bir deyisle, gunluk cag das yasamimizi surdurmek uzere, ''kullanilmasi yeterli ener i miktarinin" , gerekmeyecek oldugu halde, yuvarlak ''iki katini" kullanmakta oldugumuz idrak edildi. Minik bir ornek vereyim:
Binalarin yonleri, daha cok gunes gorecek bicimde duzenlenerek, keza pencere ebatlari kucultulerek, daha az yakit sarfiyatiyla, ayni bir mekan sicakliginin elde olunmasi, noktasina kolaylikla erisilebildi.
Turkiye'ye, soz konusu acidan goz atttigimizda, 1970'lerin baslarindan bugunlere donuk olarak yapilan resmi talep tahminlerinin yillar ilerledikce, yasanan gerceklerin dayatmasiyla, sasilacak derecede basilagittigini izliyoruz. Birincisi 1975'ten, digeriyse bundan hepsi hepsi on yil sonra, yani 1985'den bugunlere donuk olarak yapilan enerji tuketim tahminleri arasinda, bire ikiden hayli fazla, fark bulunuyor! Bu farkin, Dunya genelinde sergilenen yanilgiya bir olcude benzer olmakla birlikte, yine de degisik bir karakterde ortaya ciktigini, teslim etmemiz yerinde olur. Bir defa Dunya genelinde, bizdeki olcude bir yanilgi sergilenmis degildir. Diger yandansa, bizdeki yanilgi, esas olarak, enerji tuketim tahminlerinin kalkinmamiza tam paralel tutulmamis olmasidir.
Ikinci yanlis: Talebin karsilanmasinda ozkaynaklarimizin saglayabilecegi pay, oldugundan, bire iki az gosterilmistir. Enerji talep tahminlerine iliskin bahsedegeldigim ilk bir yanlis yani sira , ''Klasik enerji kaynaklarinin" hacmine donuk tahminler de bir hayli yanlis cikti. Bir defa dunyadaki petrol, komur ve dogal gaz kaynaklarinin, evvelce ongoruldugunden cok daha uzun bir sure, Dunya enerji ihtiyacini karsilamada onemli islevler ustlenmeye devam edebilecegi, anlasildi.
Klasik olmayan kaynaklar, ozellikle de yenilenebilir enerji kaynaklari , bilhassa da gunes enerjisi ''cevreci kesimlerce" kendilerine baglanan umutlari hala daha ''tartmaktan'' uzak olsalar bile, enerji istemine, oncesiyle karsilastirildiginda, Dunya'nin hemen her yerinde (bizde, ornegin guney illerimizde goruldugu sekliyle) karinca kararinca, ama azimsanmayacak katkilar sagladilar. Diger bir yandan Turkiye'de, hidrolik (su) ve termik (taskomur, linyit, dogal gaz, v.b.) kaynaklarimizin, enerji talebimizin karsilanmasinda saglayabilecegi toplam pay, 1970'lerde sanildigindan, cok daha ust bir duzeyde olarak belirlendi. Ornegin 1970'lerin sonlari rakamlarina bakarsaniz, termik kaynaklarimizdan yilda en cok 50 milyar kilowatxsaat, hidrolik kaynaklarimizdan ise yine yilda en cok 75 milyar kilovatsaat elektrik enerjisi saglamamiz mumkundur. Oysa bugun belirlenmis kapasitelerimiz itibariyla, termik kaynaklarimizdan yilda 120 milyar kilowatsaat, hidrolik kaynaklarimizdan ise yilda 125 milyar kilovatsaat elektrik enerjisi saglama imkanimiz bulunmaktadir.
Bu hesapca, 1970'lerin sonlarindan bugunlere yonelik ongoruler yapilirken, ulusal kaynaklarimizin, elektrik enerjisi ihtiyacimizin giderilmesinde ustlenebilecegi pay, hesaplara, aleyhimize olarak, yari yariyadan fazla bir yanilgiyla dahil edilmis olamaktdir.
* Aciklayageldigimiz bicimde, yalniz talep yari yariyadan fazla tahmin edilmekle kalinmamis, talebin karsilanmasinda ozkaynaklarimizin bugun ongorulenden de, yari yariyadan fazla bir oranda, yetersiz kalacagi sanilarak, yuzyil basina donuk olarak devasa bir acik ongorulmustur. Bu sebeplerle, bir ceyrek yuzyil oncesinden bugunlere donuk olarak ongorulen ''enerji acigi", her sey bir yana ''acik" olmaktan cikmistir!
Oysa bakin, 1970'lerden bugunlere bakildiginda, Elektrik Enerjisi Talebi - Bunun Karsilanmasinda Ozkaynaklarimizin Saglayabilecegi Pay - Ancak, 10000 MW'lik bir kapasitenin giderebilecegi bir acik, ongorulmektedir. 10000 MW ise, bugun kurulu elektrik kapasitemizin yarisi, ortalama kullanilan kapasitenin ise ayni bir kapasitedir! Ucuncu bir yanlis:
Ortaya cikacagi ongorulen acigi giderebilecek yegane secenek, nukleer enerji uretimi var sayilmistir. 1970'lerin baslarindan gunumuze donuk kestirimler sonucu ortaya cikacagi ongorulen 10000 MW (yani halen ortalama olarak kullandigimiz kurulu guc kadar) bir kapasite acigimizin hesabedilmesi uzantisinda, 1980'lerin baslarindan itibaren yuzyil donemecine kadar yuvarlak 10000 MW'lik bir nukleer kapasitenin devreye katilmasinin bir zorunluluk oldugu savlanmis ve bu yaklasim, Basbakanlik Atom Enerjisi Komisyonu'nun resmi gorusu olarak benimsenmistir (N. Aybers, S. Kakac, A. Y. Ozemre , Atom Enerjisi Komisyonu'nun III., IV. ve V. Plan Donemlerindeki Faaliyet ve Yatirimlari icin Makroplan, TC Basbakanlik Atom Enerjisi Komisyonu CNAEM, Rapor 87, 1972.) Hatta (iyi niyetli yaklasim ve gayretlere donuk saygiyla ifade ediyorum), bu raporda, hayale (yadirganacak bicimde) sinir taninmamis; 1997'ye kadar kurulmasi tasavvur edilen ve her biri, yuvarlak Keban Barajimiz gucundeki yedi nukleer santraldan son ucunun; nukleer yakit malzemesi (ozellikle de dogada mevcut bulunmayan, plutonyum) uretecek ozellikteki (zorluklari dolayisiyla, ABD'de bile teknolojisi coktan terkedilmis olan), hizli uretken santrallar olmasi tasarlanmistir!
Hayatin icinden gelen gercekler ise, degil boyle bir gelisme, 1970'lerin baslarinda tasarlandiginda, 1980'lerin baslarindan itibaren birer birer kurulmasi ongorulmus su nukleer santrallarin hic birine, bugune kadar, demek ki 2000'nin esiginde, hala daha ihtiyac gostermemis ve gecit vermemis bulunmaktadir.
* Bu arada iki farkli dogrultuda degisim surecleri yasanmistir. Bunlardan birincisi, ozellikle iki zorlu nukleer kazadan sonra, nukleer enerji uretiminde, hemen butun dunyada bir guven hasarinin meydana gelmis olmasidir. Ikincisiyse, bolgemiz uzantisinda, ulkemiz enerji konjonkturunun (yani, yapisal ozelliklerinin), 1970'lerin baslariyla karsilastirildiginda, taninmayacak olcude degismis olmasidir.
VAHSI TEKNOLOJI KAZASI
Ulkemizdeki kokten-nukleerci birinci sav, sayageldigimiz yanlislari yani sira, bu sureclere, inanilmaz bicimde gozlerini kapatmaktadir. Soz konusu sureclere kisaca deginmemiz yerinde olacaktir. Nukleer kazalar ve nukleer enerji uretiminde meydana gelen guven bunalimi malum, biri 1979'da ABD'de Pensilvanya'da, digeri ise, dunyanin en ''vahsi teknoloji kazasi" niteliginde olarak 1986'da Sovyetler Birligi'nde Cernobil'de, (burada yersizlikten aciklayamayacagim) ''hic akla gelmeyecek traji-komik nedenlerden'' kaynaklanan, iki ''dehsetli nukleer kaza'' yasandi. Gerci nukleer enerji uretimine yogunca basvuran ulkelerde, bu secenegin hal-i hazir ''agirligi'' pek gerilemedi. Ancak anilan kazalardan sonra nukleer enerjiye yonelik olarak gelismis ''guvende'' ciddi bir ''hasar'' , meydana geldi.
Buna bagli olarak, nukleer enerji uretimine yonelik kamuoyu tepkisi artti. Antinukleer cevreci siyasi hareketler guclendi. Nukleer enerji uretimi, parlamentolarda; bu degilse, pek cok partinin programinda, mahkum edildi. Pek cok ileri ya da gelismekteki ulkede, bir cirpida sayilamayacak kadar cok nukleer santral siparisi iptal edildi. Bu arada, bolge enerji konjonkturu uzantisinda, Turkiye enerji Konjonkturu de cok degisti. Diger bir taraftan, "bolge enerji konjonkturu", bunun da uzantisinda "Turkiye Enerji Konjonkturu'', tahminlerde olmayacak bicimde degismeye koyuldu. Bir defa, ulkemize, taa Sibirya'dan, Avrupa'yi da gecerek, ''dogal gaz'' geldi. Bu, yirmi - yirmi bes yil kadar once kolaydan, hayal dahi edilemezdi. Bundan baska ve cok daha once, Irak petrolu, ''Akdenizimiz'' e baglandi. Sirada Iran petrolu var. Dahasi izliyoruz, Azerbaycan petrolu, Turkmenistan dogal gazi ve Kazakistan petrolu de var. Katar dogal gazinin da, ulkemiz uzerinden Avrupa'ya verilmesi, gundemde bulunuyor. Boyle bir cercevede, 2020 dolayinda, ulkemizde kurulu olacak yuvarlak 60000 MW'lik bir kapasitenin ucte ikisinin dogal gaz santrallarindan olusturulmasina iliskin bir ongorude bulunuldugu, ilginc sayilacaktir.
Baska bir yandan, on yildan fazla zamandir, dikkatlere tasimaya calistigim animsanabilecektir (bakiniz, ornegin ''Turkiye'de Gunes Enerjisi Umudu'' , Cumhuriyet, 4-7 Kasim 1984), ulkemizin Butun Guney Avrupa ulkelerinin gordugunden iki kat daha fazla, ''buyuk bir gunes potansiyeli'' var. Turkiye ileride, bu potansiyelinden yararlanmakla kalmaz, Avrupa'ya (gunesten hareketle suyu ayristirarak, buradan hidrojen gazi elde edip, bunu pompalayarak) gunes enerjisi, ihrac dahi edebilir. Gunes enerjisi uretimi ''genis boyutlarda'' ticari olmaya henuz yakin gorunmuyor ama, bu alanda yakin bir gelecekte, belki yirmi - yirmi bes yila kalmadan, gayet ilginc gelismelerin meydana gelebilecegini ongorebiliriz; ayrica pekala boylesi gelismelerin onunde yahut icinde, yer alabiliriz. Ceyrek yuzyil oncesinin ''dun'' gibi oldugunu dusunebiliyorsak, ceyrek yuzyil sonrasinin, hic de o kadar uzakta olmadigini dusunebiliriz. Dikkat ediliyordur, burada ''Nukleer olmasin, gunes olsun!'' , diyor degilim, Turkiye ve bolge enerji konjonkturun nasil degistigine ve degise-gidecegini vurgulamaya calisiyorum.
* Bu noktada, ''Enerji acigimiz var, hemen nukleer santraller kurmazsak karanlikta kalacagiz'' , yonundeki kokten-nukleerci savin, yukarida sayageldigimiz yanlislari yani sira, bir dorduncu yanlisi ile karsi karsiya gelmis bulunuyoruz.
Dorduncu Bir Yanlis: Yirmi, yirmi bes yil once bugunlere donuk yapilan tahminler de sanki sunca yanilma hic ortaya cikmamis, o arada bolgesel enerji konjonkturunde de hicbir degisme meydana gelmemis gibi, nukleer enerji uretiminin zorunlulugu, ustelik evvelki iskarta sablonlarla savlanmaya devam edilmektedir. Butun aciklayageldigimiz varit, o arada olasi gelismeler; ''enerji aciginin'' ongoruldugunun aksine (bugun icin) ''acik'' cikmadigi bir yana; ileride olusabilecek boylesi bir acigin, ozellikle ulkemizde, yalnizca ve yalnizca ''nukleer enerji uretimi'' yoluyla karsilanabilecegi yolundaki ''akademik savi'' , hem de epeydir alt ust etmis bulunuyor.
Uzatmayalim, ''ulkemizde nukleer enerji uretimi'' , kimi ilgililerin, bilhassa da nukleer tahsil terbiye gormus kimilerinin hala, iyice gecersizlesmis olan ''kelepir formullerle'' savunduklarinin aksine, (gunun kosullarinin dayattigi) bir ''teknik zorunluluk'' olmaktan cikmistir, aslinda, dedigim gibi coktandir da cikmis bulunmaktadir. Kokten-nukleercilerimiz bugun hala, ayrica, arada bolgesel enerji konjonkturunde de hic bir degisme meydana gelmemis gibi, ulkemizde nukleer enerji uretiminin ''teknik bir zorunluluk'' oldugunu, hem de su curuge cikmis formullerle savunuyorlarsa; ellerini vicdanlarina koyup en once, nasil olup da, bugunlere donuk yapilan, macera nitelikli ongoru ve tasarilarda, sunca yanilgiya dusuldugunun, iyice bir hesabini vermelidirler. Bu hesabi (ulkeyi az daha, hem de 1980'lerin baslarindan bu yana, suruklemis olacaklari, hediyesi elli milyar dolar tutarindaki bir maceranin hesabini) onlardan, kimse sormayacak mi, zannediyorlar yoksa? Sunu gercekten cok merak ediyorum: Bu ne menem bir piskinliktir ki Kor kor parmagim gozune..
Enerji talep tahmini bire iki yanlis, Ozkaynakalarimizin enerji talebini karsilamada ustlenecegi payla ilgili tahmin de, en az bire iki yanlis. 1980'lerin baslarindan itibaren bugunlere donuk olarak yuvarlak 10000 MW tutarinda nukleer enerji uretimi tesis etmezsek karanlikta kalacagimiza iliskin tez de, kac yildir artik iyice ortaya ciktigi sekliyle, dolu dolu yanlis. Bolge enerji konjonkturu, hem de kac turlu degismis, degisegidiyor . El insaf, hic ama hic bir sey olmamis gibi, nasil olup da ayni iddiayi zaman icinde kaydirip kaydirip, ciklet gibi usanmadan cigneyebiliyor, resmi, sivil sunca ahaliyi kafaya almaya yeltenebiliyorsunuz, valla pes!
* Sunu da kaydedeyim ki, Turkiye'nin hal-i hazir kurulu gucu, yuvarlak 20000 MW'tir. Ilk, yaklasik 1000 MW gucundeki bir nukleer santral, bugun ongoruldugu gibi, hemen kotarilip, 2005 dolayinda devreye alinabilse, o vakit kurulu olacak yuvarlak 40000 MW'lik bir kapasite icinde kirkta birlik bir yer isgal edecek tir. Kirkta birinse, ''teknik olarak zorunlu olmakligindan'' bahis, abestir. Turkiye, nukleer enerji uretimine halen hic hazir degildir!
Deginmek istedigim, fevkalade onemli bir husus var. Bu hususa, ''ulkemizde nukleer enerji uretiminin gerceklestirilmesinin yerinde olacagina, cesitli nedenlerle ve samimi olarak inananlarin'' , onlarin bu demokratik tavirlarina saygi duyuyor olarak, dikkat etmelerini saglik vermek isterim.
KOKTEN-NUKLEERCI IKINCI BIR SAV:
Bakin, oysa, nukleer kaynaklarimiz bazinda bir enerji planlamasi dusunmek akilci degildir. Cunku:
1. Ulusal nukleer kaynaklarimizin bulundugu bir vakia ise de; nukleer santralin, o da santrala yerlestirilmeye amade kilinmis nukleer yakiti; birkac milyar dolari bulan ilk yatirim masraflarinin yaninda, yuzde birlik bir yer ancak isgal eder.
2. Turkiye'de mevcut olarak bilinen (yuvarlak 10 bin ton tutarindaki) dogal uranyum gizili, (Keban Barajimiz'in gucundeki) 1000 Megawatlik bir nukleer santrala (otuz yillik) bir isletme omru boyunca, ancak yeter.
3. Ne ki bu uranyum, ham madde olarak cikartildiktan sonra islenip, nukleer yakita donusturulmek uzere, disariya gonderilmek gerekmektedir.
4. Buna karsilik Turkiye'de, ayrica bir ''nukleer yakit tesisi'' kurulmasi da hayaldir. Bes buyuk nukleer santraldan azinin yakitini imal edecek bir ''nukleer yakit tesisi'' , yine dis borcla kurulacak olmasi cabasi, ''rantabl'' (ekonomik acidan olur) dahi, degildir.
5. Demek ki, ulkemizdeki uranyum rezervi, ulusal bir nukleer cizginin benimsenmesinde, ''stratejik bir agirlik'' tasiyor degildir. (Dikkat ediliyordur; nukleer santralda nukleer yakit hic onemsizdir, buna da, ulkemiz eger nukleer enerji uretimine gecerse, ulusal katkilar saglamamizin bir yarari yoktur, diyor degilim; nukleer yakit, hele bunun hammadesi, ulusal bir nukleer felsefenin belirlenmesinde ''stratejik bir onemde'' gozetilemez, diyorum.) O halde, bugunlerde ifade edildigine tanik oldugumuzun tersine, ornegin Gokova linyitlerinde mevcut oldugu, ceyrek yuzyildir bilinen, ama yanmis komur kulundeki yogunlugu ekonomiklik cizgisinin cok cok altinda bulunan uranyuma, hem de stratejik anlamda ulusal bir zenginligimizmis gibi abanmanin hic bir anlami yoktur!
6. Ulkemizin (yaklasik 400 bin ton tutarinda olarak bilinen) gayet zengin bir toryum gizili de vardir. Ne var ki (yakitin bir nukleer santralin portesinde isgal ettigi yerin goreceli olarak hayli geri plandaki onem derecesine iliskin husus sakli olarak) toryum, ''fisil'' (atom cekirdeginin parcalanmasi sonucu nukleer enerji verebilir) degil, ''fertil'' (nukleer enerji saglayacak madde uretebilir) bir maddedir; yani toryum atom cekirdekleri bir nukleer reaktorde enerji uretiminde, dogrudan kullanilamaz.
Bundan once, bir nukleer santralda, son toplamda yillar alacak bir donusturmeyle, fisil olan uranyumun bir izotopunun (uranyum-233) uretilmesine, daha sonra da teknolojik olarak fevkalade kulfetli olan (boyle oldugu icin de kimi nukleer ulkelerde, ornegin ABD'de coktandir stratejik olarak terkedilmis) ve her hal-u karda ancak ''nukleer bir ulkede'' yaptirtilabilecek ''yakit siyirma islemiyle'' (reproses), soz konusu izotopun ayristirilip, daha sonra da ''yakitlastirilmasina'' ihtiyac vardir. Butun bunlar ulkemizdeki toryum gizilini de, hic kuskusuz, ''ulusal bir nukleer stratejinin'' bazi alamayacagimizi isaret etmektedir. Butun bunlari; teknik ayrintinin, kavrayisi bir olcude olsun zorlastiracak olmasi pahasina; ustalarinin, gercekte beynelmilelci papaganlikla malul ve hic bir akademik rasyonelle bagdasmaz fantezi dunyasindan tevarus ettikleri at gozluklerini hala cikartamamis kokten-nukleercilerimizden, oyle ya da boyle etkilenip, samimi nukleer umutlar gelistirebilecek, ozellikle teknik alanlarda calisan ya da yetismekte olan genclerimiz icin, anlatmaya yoneldigim su sirada; Anadolu Ajansi'ndan (21 Haziran 1998), atom enerjisi alaninda devletin en ust kurulusu katinda (ustelik ortada henuz fol yok yumurta yokken), ''Turkiye'nin zengin toryum yataklarinin nukleer santrallarda kullanilabilmesi icin, onumuzdeki birkac yil icinde, trilyonlarca liralik bir yatirimin planlandigini'' afallayarak ogreniyoruz. Ne diyelim, Allah akil fikir ihsan etsin!
Kokten-nukleerci yaklasim, bundan da ibaret degil.
+++ Ikinci Bolumu +++
* Nukleer Muhendis Basbakanlik Atom Enerjisi Komisyonu Nukleer Guvenlik Komitesi ve eski Danisma Kurulu Uyesi , Haziran 1998
KÖKTEN-NÜKLEERCİ YAKLAŞIMIN DAYANILMAZ YANLIŞLARI -2- / PROF. DR. TOLGA YARMAN*
Akdeniz'de nükleer santral olmaz
M armara Bölgemiz'in güneyinden itibaren, Avrupa'nın Akdeniz Rivierası'nda, nükleer santral yoktur. Aksi ilk örnek, ''Akkuyu'' olacaktır!. İşte bütün bu sebeplerden dolayı, Türkiye'ye bir nükleer sanral kurulması kararı muhakkak verilmekte ise, yer seçiminin behemahal yeniden değerlendirilmesi gereği vardır. Nükleer santrallar Karadeniz sahillerinde kurulmalıdır.
Kökten-nükleerci üçüncü sav: Ülkemizde nükleer enerji üretimine girişerek, nükleer teknolojiye sahip oluruz. Bu sav da çok bir mana ifade etmiyor. Bakın çünkü, Türkiye örneğin, elli yıldan fazla bir süredir, gayet etkin ''hava yolu işletmeciliği'' yapıyor. Eğer hava yolu işletmeciliği, aviasyon teknolojisinin edinilmesini sağlasaydı, Türkiye bu teknolojide, Dünya'da öndeki sıralarda yer alırdı. Ama böyle değil. İsviçre'den buraya gelirken, Zenith marka bir saat satın alıp, kolunuza takarsanız, saat teknolojisini ülkemize getiriyor olmazsınız. Bir, saat imalat makinesi alıp gelseniz, buraya yine, saat teknolojisini getiriyor olmazsınız. İşletmecilik başkadır, imalat becerisi başkadır, teknolojiyi edinmek başkadır. Demek ki, nükleer santral işletmeciliği, Türkiye'ye nükleer teknolojiyi getirmez, bunun imalat becerisini bile getirmez. Türkiye'ye nükleer enerji üretimi getirmek isteyebilirsiniz. Ancak bu size nükleer teknolojiyi sağlamaz!
KÖKTEN-NÜKLEERCİ DÖRDÜNCÜ SAV
Türkiye nükleer enerjiüretimine girişerek nükleer silah yapabilir. Diğer bir nokta olarak ''ülkemizde nükleer enerji üretiminin, Türkiye'nin atom bombasına sahip olmasının ilk bir adımı olduğu'' yönünde olarak, özellikle asker çevrelerimizin desteğini harekete geçirme hevesiyle ortaya getirilen iddiaya değinmek yerinde olacaktır. Bunun bir aldatmaca olduğu bir yana, Türkiye'nin böylesi, ayrıca köksüz bir maceraya çekilmek istenmesinin bedeli de, her halde gözden kaçırılmayacaktır. (Bakınız, T. Yarman, ''Atom Bombası Masalıyla Türkiye'de Nükleer Santral Tezgâhı'' , Milliyet, 9 Ekim 1997.) Eğer bir an için akla Hindistan ve Pakistan'ın, geçtiğimiz 1998 İlkyazı'nda sergiledikleri tablo getirilmekteyse, gelişmelerden, içinde olduğumuz bölge uzantısında ülkemizin de şöyle ya da böyle etkilenmemesi, tabii, hiç mümkün görünmüyor. (Bakınız T. Yarman, ''Orta Asya'da Nükleer Dehşet, Orta Doğu ve Türkiye'' , Milliyet, 3 Haziran 1998.) Ne ki, zaman efelenme, ya da efelenme sevdalanması geçirme zamanı değil, bilge olma zamanıdır. O açıdan şu hususların derhal anımsanmasında yarar var. Bir defa Türkiye, Nükleer Silahların Yayılmasının Önlenmesi Anlaşması'nı hükumet olarak imzalayan ilk ülkelerden biri olmanın ötesinde, bu anlaşmayı 1981'de TBMM'den geçirerek kendi açısından kesinleştirmiştir. Türkiye, ayrıca geçen yıl (1997), Birleşmiş Milletler bünyesinde, Nükleer Denemeleri Yasaklayan Anlaşma'ya da imza koymuş bulunmaktadır. Kısa deyişle, Türkiye Atom Bombası'nı yapmayacağını, (elinde atom silahı olsa) bunu denemeyeceğini, taahhüt etmiştir. Şu var ki, şimdi olup bitenleri elbette yakından ve fevkalade etkin olarak izlemek zorundadır. Bölgede nükleer silahların uç vermemesi için, gayet aktif, kişiliki roller üstlenmelidir. Nükleer silahlar (bunu artık insanlığın iyice kavramış olması gerekir), kullanılmak için değildir! Hiroşima ve Nagazaki ibretliklerinden sonra, şükür ki etkileri, şu aşamaya kadar, caydırıcılık özelliğiyle sınırlı kalmıştır. Kazara kullanılsalar; bu; ağızdan yel alsın, taraflar açısından yalnızca, hüsran ve felaketten ibaret olacaktır; bir insanlık suçu ve dramı oluşturur. Nükleer silahlanmanın sonunun olmadığının idrakinin (hem de 1970'ler sonrası, ''stratejik silahların sınırlandırılması yönündeki anlaşmalar'' sürecinde yaşanmış olmasına karşın), şimdi içinde olduğumuz evrede, bir nükleer kâbusa, patlamaması yönünde, herkes, her kurum ve her ülke, üstüne düşen gayreti sergilemelidir. Bununsa yolu; elli yıl önce yapılmış ''şu lanetli oyuncakları'' ; yoksulluktan çıkılamazken, duçar olunan bölgesel çatışmalar sürecinde, çoluk cocuğun rızkından keserek, keşfedip imal etmekten, geçmiyor.
KÖKTEN-NÜKLEERCİ BEŞİNCİ SAV
Radyoaktif nükleer atıklar, hiç mesele değildir! ''Nükleer atık sorunun hiç bir mesele oluşturmadığına'' , bu arada, yukarıda en önemli ikisini andığım ''nükleer kazaların önemsenmemesi gerektiğin e '' dair, her şey bir tarafa, bir defa takım tutar gibi ele alındığı için, objektif, bilimsel bir yaklaşımla katiyen bağdaşmayacak, kökten-nükleerci başka savlar da var. Yersizlikten bunların üzerinde yeterince duramıyorum. Şu kadarını söyleyeyim ki, nükleer santrallerden çıkan radyoaktif atık sorunu, buna ilişkin önemli çalışmalar bulunmakla beraber, henüz daha tam tatminkar (yani, söz konusu hangi nükleer ülkeyse, oranın kamuoyunun kabul edeceği) bir çözüme ulaştırılmış değildir. Mesele yalnız bilim adamları ve teknisyenlerin kabul edecekleri bir çözüm bulmak değildir. Mesele bunu, ''kamuoyuna'' kabul ettirmektir. Demokratik ülkelerde bilim ve teknik, dayatmacı bir yaklaşım geliştiremez. Tam tersine, vücut bulduğu kamuoyunu, ikna sorumluluğundadır. Bunu başaramıyorsa, başka seçenekler oluşturma yükümlülüğünü taşır. Ayrıca hiç bir namuslu bilim adamı; yanmış nükleer yakıtta birikmiş plütonyumu buradan sıyırmazsanız, o zaman 250 000 yıl; yok sıyırırsanız (ki bu işlemin, örneğin ABD'de yıllar önce terkedildiğini yukarıda kaydettiydik), o zamansa yine de 1000 yıl, nükleer kabristanlarda saklamanız gerekecek nükleer atıkların; bu süre zarfında, hiç bir olumsuz gelişme olmaksızın, buralarda sağlıklı biçimde muhafaza altında bulundurulabileceğinin, güvencesini veremez. Olsa olsa, ''öyle olacağını, ortaya konulan önlemler çerçevesinde, kuvvetle ümidettiğini'' ifade eder.
YA AKKUYU?
Silifke'ye bağlı (Adana'nın yuvarlak yüz kilometre Batısı'ndaki) Akkuyu Mevkii; yirmi yıl kadar önce, yıllar alan ve ulusça övünç duyabileceğimiz çalışmalarla; buraya bir nükleer santal kurulup kurulamayacağına dönük olarak; evveliyetle, stratejik (askeri- açıdan-önceliksel), sismolojik (depremsel), jeolojik (yer-oluşum-bilimsel), v.b. kriterler bazında, birçok aday mevkii arasından seçilmiş; sonra da, dikkate alınması gereken tüm kriterler itibariyle didik didik incelenmiş; en nihayette ise, ilk nükleer santralımızın ''kurulabileceği bir mevki'' olarak benimsenmişti. Gerçekte, en önce, ülkemizin başlıca sanayii yük merkezlerine yakınlığı dolayısıyla, Trakya Karadeniz sahili üzerinde durulmuş; ancak bilhassa (o zaman) Yunanistan'la yaşamakta olduğumuz sorunlar yüzünden, Trakya'dan (stratejik nedenle), vazgeçilmek zorunda kalınmıştı. Türkiye'ye muhakkak bir nükleer santral kurulması kararı siyaseten geliştirilmekteyse (ki şahsen bunun henüz hayli ham olduğunu düşünüyorum), o takdirde, en önce Akkuyu mevkiinin, evvelki çalışmalar ve yakınsama ötesinde, özellikle Adana'da yeni olarak meydana gelen deprem itibariyle, kamuoyu nezdinde, ''sismolojik güvenliğinin'' şüpheye yer bırakmayacak biçimde kanıtlanması, keza, Akkuyu yakınındaki Ecemiş Fay Hattı'nın aktif olduğuna dair bilimsel savın dikkatle incelenmesi gerekmektedir. Bu husus saklı olarak, Akkuyu mevkiinin, yine de, ''dört önemli sebepten'' dolayı ''en iyi bir mevki'' sayılamayacağını, dikkatlere sunmak isterim. 1. İlk bir sebep, Trakya'nın stratejik sebeple dışarlanmasının, en azından bugün için, kabul edilebilir bir yaklaşım oluşturmadığıdır. Ayrıca, Akkuyu mevkiinin, örneğin, Kıbrıs'ta konuşlandırılabilecek (mutasavver) Rum Füzeleri'ne ''yakın'' olduğu hatırlanmalıdır. 2. İkinci bir sebep Akkuyu'nun, bilhassa Marmara Bölgemiz'de odaklanan başlıca sanayi yük merkezlerine uzak olmasıdır. Böyle olunca, elektrik taşınması sırasında meydana gelen kayıplar artmaktadır. 3. Üçüncü bir sebep tekniktir. Akkuyu'ya kurulması düşünülen nükleer santral, her saniyede, onlarca ton su pompalanarak, soğutulmak durumundadır. Santralın deniz kenarına kurulmak istenmesinin baş sebebi budur. Soğutma suyu ne kadar soğuk olursa, santralın verimi o kadar yüksek olur. Şimdi, Akdeniz'le Karadeniz arasında, yaz kış, kabaca on derece kadar bir sıcaklık farklılığı bulunmaktadır. Söz konusu olgu, nükleer santralın Karadeniz sahilimizde bulunacak bir mevki yerine Akkuyu'ya kurulması durumunda, santral verimini yüzde birkaç kadar düşürür ki, bu, az önce değindiğimiz ''uzaktan iletim kayıplarıyla' birleşince, İstanbul'a bir ara, elektrik kaynağı olmuş, Silahtarağa santralı kadar bir santral bölümünün heba edilmesi anlamına gelir. 4. Akkuyu'ya bir nükleer santralın kurulmasının, özellikle turistik açıdan ne denli caydırıcı bir etken oluşturacağı da, kesinlikle göz ardı edilemez. Böylesi bir gelişmenin düşmanlarımız, hatta turizmde, komşu rakiplerimiz tarafından bir anti propaganda malzemesi yapılacağı, düşünülmek gerekir. Öyleyse, söz konusu hususun da muhakkak, bugüne kadar olduğundan daha farklı biçimde, o arada her halde, turistler nezdinde yapılacak bilimsel anketlerle değerlendirilmesi zorunludur. Bu çizgiden olarak şu husus önemle belirtilmelidir ki, Akdeniz'e kıyısı olan hiçbir nükleer ülkede, Silifke'nin epey kuzeyine, taa Çanakkalemiz'e kadar çıkan bir kuşak üzerinde (Akdeniz suyu ile soğutulan) hiçbir nükleer santral yoktur. İspanya'da Madrid Bölgesi'ne elektrik sağlayan ve Akdeniz üzerine kurulu dört İspanyol nükleer santrali, keza, Orta İtalya Bölgesi'ne elektrik sağlayan iki İtalyan nükleer santralı bulunmaktadır. Ancak bunların en güneyde olanı, Marmara Bölgemizden daha güneyde değildir. Fransanın Akdeniz sahilinde ise tek bir nükleer santral bulunmamaktadır. Bu çerçevede, ne (eski) Yugoslavyada ne de Yunanistan'da, dolayısıyla bunların Akdeniz sahillerinde nükleer santral bulunmadığı önemle anımsanmalıdır. Demek ki, Marmara Bölgemiz'in güneyinden itibaren, Avrupa'nın Akdeniz Rivierası'nda, nükleer santral yoktur. Aksi ilk örnek, ''Akkuyu'' olacaktır!. İşte bütün bu sebeplerden dolayı, Türkiye'ye bir nükleer santral kurulması kararı muhakkak verilmekte ise, yer seçiminin behemahal yeniden değerlendirilmesi gereği vardır.
Türkiye çar na çar bir nükleer kuracaksa, bunun yeri her halde Akdeniz kıyılarımızda değil, sanırım (gerekli araştırmalar saklı olarak) Trakya'nın Karadeniz sahilindedir. ÖZETLE... o Ülkemizde, ''nükleer enerji üretimi'' bugün artık ''teknik bir zorunluluk'' kesinlikle değil, ''siyasi bir tercih konusudur'' . * Diğer taraftan, ülkemiz nükleer enerji üretimine hiç mi hiç ''hazır'' değildir; ciddi bir hazırlıksa, o da dolu dolu, en az bir on yıl gerektirir. * Ülkemizde nükleer enerji üretimi, gelişen dünya, özellikle de bölgemiz enerji konjonktürü yanı sıra, bilhassa da hidrolik (su) potansiyelimizin daha yaklaşık yüzde yirmisi ancak değerlendirilebilinmişken, bugün için ayrıca, ''öncelikli'' bir sırada, hiç gösterilemeyecektir. * Ülkemizdeki uranyum ya da toryum gizillerimizin ulusal bir nükleer stratejiye baz olarak işaret edilmesiyse, hiç inandırıcı değildir. Herşey bir yana, o da (yakıt hammaddesi değil), ''reaktöre konulacak duruma'' getirilmiş ''nükleer yakıt'' ; milyarlarca dolarlık nükleer santralın kuruluş masrafları içinde, ''yüzde birlik'' bir yer, ancak tutar. Ayrıca toryum, fisil (doğrudan nükleer enerji üretebilir) değil, fertil (nükleer enerji üretecek maddeyi verebilir) bir maddedir; o nedenle, nükleer enerji üretiminde doğrudan kullanılmaz; fisil olan uranyuma dönüştürülmesi ise, özellikle bizim koşullarımızda, pratikçe imkânsızdır. * ''Türkiye'nin atom bombası yapmak üzere, nükleer enerji üretimine yönelmesi gerektiği'' de tam bir ''aldatmacadır'' . Bir defa Türkiye, ''Nükleer Silahların Yayılmasının Önlenmesi Antlaşması'' na en önce imza koymuş ülkelerden biridir. o Başka bir taraftan Akkuyu'nun (Adana'da yeni olarak meydana gelen deprem itibariyle, kamuoyu nezdinde, ''sismolojik güvenliğinin'' şüpheye yer bırakmayacak biçimde kanıtlanması, keza, yakınındaki Ecemiş Fay Hattının aktif olduğuna dair bilimsel savın dikkatle incelenmesi gerektiği hususları saklı olarak), buranın, bugün için artık iyi bir nükleer yer seçimi oluşturmamaktadır. Bir defa, işte, ''sanayi yük merkezine'' uzaktır. Oysa ''askeri strateji'' itibariyle, ''Trakya Bölgemize bir nükleer santral kurulmaması gerektiğine'' dair tez, bugün için geçerli sayılamayacaktır. Demek ki, bir nükleer santral bugün muhakkak kurulacaksa, uygun bir yer, Marmara Bölgemiz'in kuzeyinde, Karadeniz sahilinde aranmalıdır. Ayrıca ve önemle, Akkuyu mevkiine kurulacak bir nükleer santral, ''Türkiye'nin Akdeniz sahilleri radyasyonlu'' gibi (burada sağlıklı bir nükleer enerji üretimi sürecinde), ne kadar yalan olursa olsun, ancak hiç şüphe yok ki, gayet etkin olabilecek bir antipropaganda malzemesine çanak tutacak ve bölge turizmini korkarız, fevkalade olumsuz biçimde etkileyecektir. Akdeniz deniz suyunun sıcak olması da santral termodinamik verimini yüzde birkaç mertebesinde olmakla beraber, yine de ihmal edilmemek gerekecek bir ölçüde, olumsuz etkileyecektir. * Nükleer enerji hiç şüphe yok ki, genelde gözden düşmüştür. Bize şimdi nükleer santralı, kredisiyle getiren kuruluşlar, bunu önce kendi ülkelerinde sıkışmış oldukları için ve hükumetlerinin desteğiyle yapmaktadırlar. Böylesi bir gelişme, pazarlık gücümüzü arttıracak bir faktör olmakla beraber, yine de kökeninde yatan sebeplerle birlikte değerlendirilmek yerinde olur.
* Diğer bir yandan gerek ABD'de gerekse Avrupa'da, özellikle, Fransa ve Almanya?nın işbirliğiyle, evvelki istenmedik gelişmeleri bertaraf edecek yeni nükleer tasarımlar üzerinde çalışılmaktadır. Türkiye, nükleer çağa adım atma kararını verecekse, bu gelişmeleri herhalde beklemelidir. * Türkiye'nin, ayrıca söz konusu açıdan, önünde rahat rahat yeterli bir süre bulunmaktadır. Eğer muhakkak olacaksa, nükleer teknolojiye girişmenin zamanlaması gayet önemlidir. Böylesi bir yükü on yıl önce sırtlamış olmakla, mecburiyet tahtında şimdi ya da on yıl sonra sırtlamak arasında, kaynaklarımızı ''doğru'' kullanmamız itibariyle, çok ama çok fark vardır. Kanımca bugün; izleme, araştırma ve mümkün akılcı ulusal seçenekleri çalışıp geliştirme zamanıdır. Arkasında şunca görenek ve birikimi olan bir ülkenin, muhteris ama yararsız, dahası kof, kıt kanaat imkânlarımızı, ehliyet ve akılcılık çizgisinden alabildiğine uzak, plase etmeye kalktığı için, düpedüz günah sayılacak, maceracı yaklaşımlarla, gönül eğlendirmeye yönelmesini, açık söyleyeyim, hazin bulmamak mümkün değildir. Meydan verilmekte olan zarardan (şunca görenek ve birikimi olan bu ülkede, her şey bir yana, bir defa sırf bu sebeple), dönebileceğimize, yürekten güveniyoruz.
BİTTİ
* Nükleer Mühendis Başbakanlık Atom Enerjisi Komisyonu Nükleer Güvenlik Komitesi ve eski Danışma Kurulu Üyesi , Haziran 1998
Son Yorumlar