« Batı Avrupa Savunma Sanayilerinin Entegrasyonu Yönünde Eğilimler, Sorunlar ve Türkiye | AĞAÇKAKAN ÇİZGİSİNE BİR ELEŞTİRİ... » |
ATOM ENERJİSİ
Yazılar, Bilimsel ve Teknik Yazılar
ATOM ENERJİSİ |
...
Şurası muhakkak ki insanlar, toplumlar, yer yer nükleer enerji üretiminden bir hayli ürküyorlar. Önceleri, barışcıl atom enerjisi üretimi, zihinlerde atom silahıyla özdeşleştirilir, bu yüzden amansız korkulara, sürüklenilirdi. Nedense, insanlar, nükleer reaktörlerin atom bombası gibi patlayıvereceğinden endişe duyuyorlardı. Oysa bu, mümkün değil! Bundan on sene önce, kamuoyunun nükleer santrallere dönük “yersiz” kaygısını teskin etmeye çalışıyorduk. Ama itiraf etmeliyim ki, meydana gelen kazalar, her ne kadar bir atom bombası infilakiyle kıyaslanabilecek olumsuzluklar doğurmamış olsa da, nükleer santrallere dönük komuoyu kaygılarını “haklı”; koca koca nükleer bilim adamlarının, santrallerin neredeyse kesinkes güvenilir olduğu yönündeki iyimser değerlendirmelerini ise, önemli ölçüde “haksız” çıkartmıştır. Halen ve onlarla yıllardır çalışmakta bulunan yüzlerce nükleer santralin sabıka kayıtları çoğunlukla tertemizdir... Ama, işte bir TMI kazası, irili ufaklı benzer birçok kaza ve nihayet bir Çernobil Kazası, vukua gelmiştir. Çernobil Kazası, Kiev’de olmasa, malesef başka yerde olabilecektir. Belki de anahtar üstünde halk oylamasıyla işletmeye açılması yasaklanmış santrallerin birinde olabilecektir... Örneğin bir Avusturya nükleer santralinde olabilecektir. Eğer böyleyse, bura kamuoyunun, kontak anahtarı çevrilince çalışmaya amade kılınmış milyar dolarlık nükleer santrallerini, bu tutarı bir anda toprağa gömercesine, referandumla, işletmeden menedip, “müzeleştirmesi” anlaşılabilir, hatta basiretli bir karar olarak, değerlendirilebilecektir.
Bu satırların yazarı, kişi olarak tehlikesinin bilinçinde olmakla beraber, nükleer enerji üretimine, kategorik olarak karşı değildir. Şu var ki bir bilim adamı olarak... Bir yandan, “atomspor” çığırtkanlarının, olumsuzlukları gözden gizler, sözde bilimsel, çoğu mesleki iğdişlikten kaynaklanan abartmalı avukatlarına, karşıdır... Diğer yandansa, fanatik muhaliflerin, birincilerin tavrından çok farklı olmayan, gerçekleri ve olumlu yönleri yaklaşımlarına haklılık kazandırmak üzere ölçüsüzce burkmalarına, karşıdır. Kamuoyu, her iki yaklaşımla da sağlıklı bir şekilde oluşturulamaz. İşte bu yazıyı yazmamıza etken olan husus budur. Bu açıdan Sayın Faber’in dergide yer alan görüşlerini tartışma zorunluluğunu duymaktayız.
Atom Santralleri Güvenilir midir ?
Sayın Faber’in birinci sorusu, “Tamamen güvenli atom reaktörleri var mı?” sorusudur. Bu sorunun cevabı, hemen söyleyelim, kocaman bir “hayır”dır. Ama tamamen güvenli, hiç bir şey yoktur. Ne Boğaz Köprüsü, ne Boing -747, ne belediye otobüsü, ne mutfaktaki gaz tüpü... Hiç bir şey!..
Tamamen güvenli olmayacağına göre; bir santral, bir atom santrali”güvensiz” mi, olmaktadır. Hayır; önemli olan bir teknoloji yapıtının ne kadar güvenli olduğunu, belirleyebilmektir. Burada ayrıntıya giremeyiz... Ama, şunu da belirtelim ki, konu; mühendisliğin çok zevkli konularından biridir. Teknoloji yapıtlarının herbiri için “risk” analizleri yapılır. “Barj çökmez, tüp patlamaz” diye birşey yoktur. Mesele, hangi mümkün kazaihtimalleri çercevesinde, yapıtın ne kadar “güvenli” olduğunun, bilinmesidir. Kaza ya da tehlike ihtimali, bir nükleer santral için yılda eğer, “milyonda bir” ise, işletmede bin santral bulunması durumunda bin yılda ancak tek bir reaktör kazası görülecektir. Bu da “kabul edilebilir”, sayılacaktır.
Aslında çok önemli bir nokta (Sayın Faber dile getirmemiş, biz belirtelim), güvenlik “hesaplarının” ne derece gerçekçi ve güvenilir, olduğudur... Keza tabii, kazalara karşı alınan güvenlik “önlemlerinin” ne derece gerçekçi ve güvenilir, olduğudur.
Hesaplar için de, bunlar uzantısında alınan önlemler için de, “gerçekçi” belirsizlik değerlendirmeleri yapmak, hayli zordur.
Kilit bilgilerin maalesef zaman zaman ancak, büyük facialar sonucunda öğrenildiği de bir vakıadır. Titanik, atom denizaltısı Natilus, THY DC-10’u, uzay mekiği Challenger, nihayet TMI ve Çernobil kazaları, dikkate getirdiğimiz çerçevede yaşanmış olan, çok acı örneklerdir. Nasihatlarla (öğütlerle) dolu müsibetler (üzücü gelişmeler) listesi, yazmakla bitmez. Nedir ki müsibetler, öğrenmenin ve gelişmenin işte maalesef, anahtarı işlevinde çıkıvermektedir, bir çok kez ortaya... Burada verilecek karar (eğer demokratik olarak verilmişse); her iki seçeneğiyle de, saygınlığı saklı olarak, söz konusu teknolojinin geliştirileceği mi, yoksa tatil mi edileceği, kararıdır.
Sayın Faber’in görüşünü destekleyen örneği de, biz verelim. ABD’de bir nükleer santralde, bir işçi elinde mumla elektrik sisteminde arıza ararken; koca santralin, “tehlike durumu kalp soğutma sistemini” sebebiyet verdiği önemsiz (!) yangınla, saf dışı bırakıvermişti... Bu gerçekten vahim bir gelişmedir. Ama görmek gerekir ki, hiç bir nükleer ülke, hiç bir atom santralini, kapatmış değildir.
Radyasyon
Sayın Faber ikinci olarak, normal işletme sırasında atom santrallerinin etrafa yaydıkları radyasyonun güvenli olup olmadığı meselesini, tartışıyor. Nükleer bilim ve tıp adamlarının bu konuda, bugün bir tereddütleri yok... Bir nükleer santralin duvarının dibinde güneşlenen bir kimse, oradan aldığı radyasyonu, güneşten aldığı radyasyonun, nitekim, “zekatına” sayabilir...
Sayın Faber, “Çeyrek yüzyıl önceher yedi insandan birinin kanserden öldüğünü, bugünse söz konusu oranın dörtte bire tırmandığını, bunun radyoaktivite yüzünden olduğunu, bu durumun bugün için kanıtlanamadığını (!), ama yakında ıspatlanacağını (!)” savunuyor. Mecbur olduğum için ifade edeyim ki, Sayın Faber’in iddiası hiç “bilimsel” değildir. Böyle bir üslup da, az önce dikkate getirdiğimiz gibi, kamuoyunun kaçınmasını gerektiren, bir uslüptur. Kaygı ayrı, ahkam ayrıdır... Kehanet ayrı, bilim ayrıdır. Sayın Faber gibilerinin endişelerine tabii, çok saygı duyulur. Ama kaygıdan yola çıkarak “çarpık düşünce” üretmeye, o kadar değil...
Nükleer Atıklar
Gündeme gelen üçüncü sorun nükleer atıklar, sorunudur. Nükleer reaktörlerden çıkan fevkalade tehlikeli radyoaktif atıkların, ortadan güvenli olarak nasıl kaldırılacağı gerçekten, çok temel bir sorundur. Bilimsel ve teknik olarak böyle bir sorunun üstesinden; toplumları ve insanlığı “müsterih” kılarak, nasıl gelineceği öngörülebilmektedir. Bunun ayrıntısına burada girmek mümkün değil... Şunu belirtelim ki söz konusu çözümlerle ilgili olarak kamuoyunun ikna edilmesi, “demokratik” bir görevdir. Hüküm ise, kamuoyunun demokratik bir hakkı olduğu kadar, ödevidir de...
Sabotaj
Diğer bir sorun “sabotaj”... Atom santrallerinin güvenliği, sabotaj karşısında nice oluverir?...
Meseleye salt bu açıdan bakmak, bizi çok yanlışlığa sürükleyebilir. Sabotaj tehlikesi barajlar için yok mudur? Uçaklar için, köprüler için, rafineriler için, yok mudur? Hele bir harp sırasında, taraflar birbirlerinin en stratejik, en can alıcı noktalarına, taaruz etmeyecekler midir?
Dolayısıyla, salt sabotaj tehlikesini, nükleer enerji üretimi kararına bir girdi olarak vazetmek , doğru değildir.
Bilim Adalarına Güven
Sayın Faber’in gündeme getirdiği diğer ilginç bir sorun, (nükleer) bilim adamlarına güvenip, güvenemiyeceğimiz, sorunudur.
Doğrusu birçok bilim adamı, kendi konularıyla o kadar meşguldürler ki, her zaman sağlıklı ve dengeli bir kanaat belirtemeyebilirler. Hatta galiba, çoğu kez kanıları objektif değil, tek taraflıdır. Onun için, gerçek bilim adamlarının bilgilerini saygı ile dinlemeli ve öğrenmeli... Ama hükümleri konusunda dikkatli olunmalıdır. Ayrıca adı “bilim adamı” olan herkes de maalesef “çağdaş bilim adamlığı” vasfını, taşımayabilir. Böylelerinden sakınmalı... Onlara kanmamalı, inanmamalıdır.
Aynı şey, olumlu verilere kendilerini, panik nöbetleriyle kapatmış, “nükleer fobya” sahipleri için de varittir.
Sayın Faber’in dediği bir şey önemli... Atom enerjisinin, kendisi gibi aleyhtarlığını yapanların, bundan hiçbir menfaatleri yok... Bunu derin bir sempati ve takdirle karşılarız...
Halkın Kararı
Pekiyi, sonuçta ne diyeceğiz ?
Atom enerjisi iyi mi, kötü mü ?
İşte bunun cevabını gelin, “demokratik” karar süreçlerinde, beraberce üretelim. Uzman olarak bizim söyleyeceklerimiz; atom enerjisi üretiminin yararları, sakıncaları, olumlu ve olumsuz teknik, teknolojik, ekonomik hatta sosyal boyutlarda kamuoyuna açıklanması ve tartışılmasıyla, sınırlı kalmalıdır.
Karar bilimsel veya teknik bir karar değil, bir tercihtir. Dolayısıyla da, “halkın kararı” olmalıdır. Çeşitli ülkelerde yapılan bağıl referandumların manası, zaten budur.
Pekiyi, kişisel olarak bir görüşümüz yok mu? Elbette, dün de vardı... Bugün de var... Bunu gelişen, değişen koşullar çerçevesinde, bir çok yazıyla kamuoyunun dikkatine sunageldik...
Bugün, özellikle Türkiye için durum nedir? Bu, takdir edilir ki başka bir yazının, hatta geniş bir incelemenin konusu olmaktadır... Gerektiğinde yine dile getiririz...
TEŞEKKÜR
Yazının hazırlanmasında yardımcı olan, Değerli Öğrencim – şimdi meslektaşım- Fizikçi Cemal KAPLAN’a, sevgili Ayşegül SEVİNÇ’e teşekkür ediyorum.
Son Yorumlar