« ÇERNOBİL’DEN YEDİ YIL SONRA TÜRKİYE... | ATOM ENERJİSİ » |
Batı Avrupa Savunma Sanayilerinin Entegrasyonu Yönünde Eğilimler, Sorunlar ve Türkiye
Yazılar, Bilimsel ve Teknik Yazılar
Batı Avrupa Savunma Sanayilerinin Entegrasyonu Yönünde Eğilimler, Sorunlar ve Türkiye |
...
Aslında bir “Avrupa Birliği”, malum çoktandır tesis olunmuştur. Avrupa Birliği konsepti, bir bakıma NATO’ya karşın, bir Batı Avrupa Birliği savunma konsepti ile, bir Avrupa savunma örgütlülüğüne de taşınmak istenmiştir.
Bütün bu gelişme ve arayışlar, gerçekte, soğuk savaş sırasında, bilhassa ABD ile Sovyetler Birliği arasında sıkışmış bir Batı Avrupa, kimliğini, tanımlamak ve varetmek içindir; soğuk savaş öncesinde ya da sonrasında olsun, aynı zamanda da bütün dünya, o arada Avrupa’ya yönelik ABD, keza büyüyegiden Japon, ticari istilası karşısında, “Batı Avrupa kimliğini” ve Avrupa’daki “yerel ekonomik egemenlik yapısını” korumak, bu ekonominin ayrıca dünya pazarlarındaki pay hadlerini, karşıt güçleri elden geldiğince gerileterek, genişletmek içindir…
“Söz konusu gelişme ve arayışlar, önemli bir ölçüde başarılı olmuştur”, denebilir; nedir ki özde iki temel çekişkiyi de, yol boyu sergilemekten geri duramamaktadır.
Bunlardan birincisi, Batı Avrupa’nın tarihsel yapılanması ve doğasından kaynaklanmaktadır. Buradaki zıtlıklar; İkinci Dünya Savaşı kabusundan sonra bilinen yakınlaşmalarla yumuşamış olsa bile, kökteki geçerliliklerini hissedilir biçimde su yüzüne vurmaktadır.
Önce Alman tehdidi karşısında birbirlerine, daha sonra da, Sovyet tehdidine karşı, içlerine savaş mağlubu Almanya’yı da katarak, ABD’ye sarılanlar; sonra sonra, ABD önderliğinde NATO çatısı altında toplanmış olsalar da, bilhassa ABD’ye karşı ekonomik, politik ve hatta askeri pakt arayışları içine girmiş olmaktadırlar. Ne var ki Avrupa’yı bir araya getiren bu faktör; Avrupa’nın natürasında boy vermiş, tarihsel; güncele izdüşümdeki kimi boyutları itibariyleyse, iflah etmez zıtlıkların üstesinden gelinmesine, örneğin bir Avrupa ABD’si, yani bir Avrupa Birleşik Devletleri kurulmasına hala, hiç mi hiç yetmemektedir.
İşte örneğin Fransa ve İngiltere “nükleer devletlerdir”, Almanya değildir ve görünen bir menzilde de olamayacaktır, daha doğrusu oldurulmayacaktır. Bu üçlü, aralarına başka Avrupa devletlerini de katarak, ikili, üçlü, çoklu çeşitli izdivaçlar gerçekleştirseler bile, Fransa-İngiltere-Almanya üçgeninin her üç köşesi de sanki daha epey bir süre, çeşitli çekişmeler sürecinde, ciddi kopukluklar sergileyecektir.
Avrupa’da (birleşik değil), birleşmeyecek olan devletler daha hayli uzun bir süre, yer almaya herhalde devam edecektir.
*
Bu, değinmek istediğim ilk bir çelişkidir; kısaca da Avrupa’nın iç çelişkisidir.
Başka bir deyişle, tam müşterek bir savunma sistemi, bunu da tam bağımsız ve kişilikli kılacak, tam entegre bir Avrupa Savunma Sanayii’nin tesis edilmesine, “Batı-Avrupa’nın müttefik devletlerinin ulusalcılıklarından” kaynaklanan ve tarih boyu derinleşmiş, güncelde de kemikleşmiş çelişkiler, dehşetli bir engel oluşturuyor gibi durmaktadır.
Avrupa’nın Dış Çelişkisi
Konumuzun işaret ettiği diğer önemli çelişki ise, ABD’ye karşı kimlik arayışı ve savunması içinde olanların, tarihsel gelişmeyle, pratikçe onun önderliğindeki oluşumlarda, özellikle de NATO’da toplanmış olmalarından kaynaklanmaktadır.
Batı Avrupa, kısaca ABD ile arasına mesafe koymak isterken, onun dibinden pek de ayrılamamaktadır; örneğin, NATO’dan (haliyle) çıkamamaktadır; buradan çıkmayı da, nasıl olsa hiç bir biçimde öngörmeyecektir. Salt Batı Avrupa bazındaki ve ABD’siz savunma konsepti arayışları ise, NATO’ya rağmen yeterli etkinlik düzeyine bir türlü taşınamamaktadır.
“Dev De Gaulle’lu bir Fransa”; 1960’ların ABD karşıtı Avrupa bağımsızlık rüzgarlarıyla, askeri karargâhını da Paris’ten söküp Brüksel’e fırlatarak, NATO’dan çıkabilmekte; ancak, aradan geçen otuz küsur yıldan sonra, hani neredeyse tıpış tıpış NATO’ya dönmek isteyebiliyor olmaktadır.
Bu hiç kuşkusuz Batı Avrupa’da, bugünkü konjonktürde, nelerin olabileceği bir tarafa, hiç değilse nelerin olamayacağının anlaşıldığının, bir işareti sayılsa gerektir.
ABD ile zorlukların olduğu kesindir ama, ABD’siz bir NATO düşünülemeyeceği gibi, ABD’siz bir Batı Avrupa Savunması düşünmek de, işte imkansız görünmektedir.
*
Bu da değinmek istediğim ikinci çelişkidir; kısaca, Avrupa’nın ABD’ye dönük dış çelişkisi olmaktadır.
Aynı bir savunma çatışı altına girildikten sonra, savunma araçlarının geliştirilmesi ve tedarikinde, Okyanus-aşırı müttefikle “rekabette” yenik düşmemek amacıyla, beri kıyıda entegrasyon arayışları, haliyle girift mi girift bir çelişki karmaşasını sergilemektedir.
Burada herşey bir yana “askeri tehdit unsuru” ile “ekonomik tehdit unsuru” çarpıcı biçimde ayrışmakta ve son toplamda (Sovyet askeri tehdidine karşı birleşmiş) müttefikler arasında (ekonomik hükümranlık çekişmeleri sürecinde) farklı farklı ve doğallıkla birbirine çok ters kamplaşmalarla, uyumsuzlukları mıknatıslamaktadır.
Entegre Bir Avrupa Savunma Sanayii Hevesi, Böylesi Bir Hedefin Çağrıştırdığı, Avrupa’da Yeni Bir Teknolojik Hiyerarşinin Oluşturulması Gibi İmkansız Bir Sonuçtan Dolayı, Sanki Boş Bir Heves Olarak Doğmaktadır!
Batı Avrupa’nın bünyesindeki tarihsel kökenli iç çelişki bir yandan, Avrupa’nın ABD’ye dönük dış çelişkisi diğer bir yandan…. Bu her iki çelişkinin de Forum Europe’un düzenlemiş olduğu “Avrupa Savunma Sanayii” başlıklı toplantıda, gayet belirgin olarak açığa çıktığını, öncelikle belirtmeliyim.
*
Bütün bunlar; bir Batı Avrupa savunma sanayi entegrasyonu kimi çevrelerce ne kadar dilenirse dilensin, Batı Avrupa’da zihinlerin ne kadar karışık olduğunu ortaya koymaktadır.
Bu o kadar böyledir ki, bir savunma yapılanmasının stratejik gerekleri dahi, Batı Avrupa’da alt üst olmuş gibi görünmektedir.
Batı Avrupa’da “tehdit” nedir, bu bile sanıyorum, savunma yapılanmasının stratejik en temel ögesi olsa da, cevabı üzerinde birleşebilen bir soru olabiliyor değildir.
Batı Avrupa’da nitekim, şimdilerde tehdit, Rusya mıdır, yoksa, ABD askeri ve ekonomik üstünlüğü müdür, yoksa Japon ticari istilası mıdır, yoksa Batı Avrupa’nın kendi bünyesindeki tarihsel kökenli iç huzursuzlukları mıdır, sanki hiç belli değildir.
Oysa savunma yapılanmasında tehdit belli olacaktır ki, buna dönük olarak Stratejik Hedef Planları yapıbilsin…. Ondan sonra da savunma gereçleri tasarlanabilinsin, nihayet savunma sanayii hiyerarşisi kurulsun ve tedarik sağlansın…
Avrupa, birliğini kurmuş olsa da, Avrupa’da, hele ABD’deki gibi, böylesi homojen, rasyonel ve bütünleşik bir yapısal yaklaşım, buna dönük hevesler ne denli yoğun olursa olsun, katiyen geçerli değildir ve yakın bir gelecekte de hayata geçirilebilecek gibi görünmemektedir.
*
Tehdit belli değil bir yana, Avrupa’da var olup, kimi çevrelerce birleştirilmeye çalışılan bir savunma sanayi açısından rakip kim, pazar kim, bu da tam belli değildir; daha doğrusu bulanık zihinlerle, bir türlü berrak biçimde seçilememektedir.
Oysa işte, alıcılar hükumetler olduğuna göre, Batı Avrupa’da “ulusal tedarikler” söz konusu olduğunda, ulusal şirketlerin rakibi yoktur; demek ki, herşey bir tarafa rekabet, ABD ile dış pazarlarda geçerli olmaktadır.
Kendi tedariklerini kendi kendilerine yapanlar, dış pazarlarda ister istemez birbirleriyle rekabet süreçlerinde kapışmakta, ama o zaman da ABD rekabeti ile başa çıkamamaktadırlar.
Kendi içlerinde, özlendiği şekliyle bir savunma sanayi entegrasyonu meydana getirmeye yönelseler, o takdirde de, böylesi bir yaklaşımın kaçınılmaz olarak gerektireceği bir teknolojik yeniden yapılanma ve bunun kökenindeki bir işlev ve işbölümü harmanlaması, sonuçta ise yepyeni bir hiyerarşik yapılanma zorunluluğunun ortaya çıkaracağı (ve ne İngiltere’nin ne Fransa’nın de de Almanya’nın esenlik duyarak hiç bir zaman çözemeyeceği) “belalı bir açmaz” ile karşı karşıya kalmaktadırlar.
Demek ki, entegre bir Avrupa savunma sanayi hevesi, böylesi bir hedefin çağrıştırdığı, Avrupa’da yeni bir teknolojik hiyerarşinin oluşturulması gibi, imkansız bir sonuçtan dolayı, boş bir heves olarak doğmaktadır.
Avrupa Birleşik Devletleri Olamayınca!…
Burada tabiatıyla dikkate şu soru takılmaktadır:
Nasıl olup da, nükleer teknoloji, havacılık ve uzay teknolojileri gibi üst teknoloji alanlarında oldukça başarılı işbirlikleri geliştirmiş Batı Avrupa ülkeleri, entegre bir Batı Avrupa sanayii kurma konusunda sıkışıyor olmaktadırlar?
Bu sorunun cevabı açıklayageldiklerimiz çerçevesinde, özellikle de savunma yapılanması konusunda Batı Avrupa’da zihinlerin bulanık olmasına ilişkin belirlememiz olmakla beraber; bunun da kökenindeki bir sebep, Batı Avrupa’da, bir Avrupa Birleşik Devletleri’nin tesis edilemeyecek olmasıdır; Batı Avrupa, ABD gibi tek bir devlet olamadğı sürece (olması da, yakın bir gelecekte hiç mümkün görünmemektedir), dikkate getirdiğimiz iç çelişkilerinden ve hedef karışıklığından baş alamayacaktır.
Burada, ABD’nin, ilk defa yekvücut bir devlet ve bu niteliğiyle, hemen tüm teknolojik araştırma ve geliştirme etkinliklerini, çoğunlukla savunma sanayii bazında gerçekleştirdiğini, buradan elde edilen bulguları ise, peyderpey sivil sanayie zerkettiğini, hatırlatmakta yarar vardır.
“Sovyetler Birliği bunu yapamadığı için yıkılmıştır”, denebilir. Sovyetler Birliği, başka bir deyişle savunma sanayiine devlet olarak yüklenmiş, ancak buradan elde olunan ürünleri sivil endüstride pratikçe hiç kullanamamıştır.
Batı Avrupa ise, nükleer enerji üretimi gibi, havacılık gibi, uzay araştırmaları ve uzaydan haberleşme gibi alanlardaki teknolojik örgütlenme atılımlarında gayet başarılı olmaktadır.
Ama, buralardaki teknolojik yapılanma hiyerarşisi, ABD’dekinden çok farklı olarak, katiyen tek bir savunma sanayii odağına raptediliyor değildir; dolayısıyla da aynı bir savunma sanayii yapılanmasının zeminini hazırlıyor, hiç değildir.
O zaman da savunma sanayii gayretleri Batı Avrupa’da iyice dağılıp, ABD karşısında, güdükleşmektedir.
Batı Avrupa ülkeleri arasında, eşyanın tabiatından kaynaklanan rekabet süreçleri ise, savunma sanayiilerini entegre etme yönündeki işbirliği eğilimlerini, işte ayrıca köstekliyor olmaktadır.
Böyle bir çerçevede ise, Batı Avrupa savunma sanayileri zorlanmakta, ister istemez küçülmeye yüz tutmakta, her hal-u kârda bugünkünden daha küçük bütçe tahsisatlarına sıkışmaya zorlanmakta, hatta hatta “Batı Avrupa, acaba savunma sanayisiz yapamaz mı?”, gibi ters bir soruyu dahi tartışma tezgâhına aldırtabilmektedir.
Bütün bunlar dikkate getirdiğimiz forumun kesitlerinden olmaktadır.
Sonuç ve Türkiye
Batı Avrupa’da savunma sanayiilerinin entegrasyonu yönündeki gayretler, Avrupa’da kimi çevrelerce özlenen boyutlarda, başarılı olamayacak gibi durmaktadır.
Bu gayretler, herhalde, Avrupa Birleşik Devletleri gibi bir oluşumun vücut bulmaması halinde, başarılı olmamaya, zaten mahkum görünmektedir.
Diğer yandan, bırakın böylesi bir düşü bir tarafa, “ABD savunma sanayii” ile rekabet için olsun, bir “Batı Avrupa savunma sanayiileri entegrasyonu” yönündeki (sonuçta herhalde akim kalacak) girişimler, perde arkasında çağrıştıracağı hevesler yüzünden, Batı Avrupa ile ABD arasındaki askeri ittifakı bile, hem de şimdiden hırpalayabilir gibi, durmaktadır.
Nazari bir açıdan olsun, dikkat edilirse gerçekten de, “Savunma ve savunma sanayiinde tam olarak bütünleşmiş bir Batı Avrupa”, ABD ile Avrupa’nın, ayrışmaya sürüklenmesi demek olmaktadır.
Esasen tam bütünleşmiş bir Avrupa’ya, açıklayageldiğimiz çerçevede Avrupa’nın naturası pek geçit vermemektedir.
Ne ilginçtir ki Avrupa’yı, ABD ile de sarmaştırarak bütünleştiren baş kuvvet, soğuk savaş sürecindeki Sovyetler Birliği tehdidi iken, aynı Avrupa’yı çeşitli biçimlerde, bir iç bütünleşme arayışına iten ikinci baş kuvvet, bizatihi ABD olmaktadır!
Aynı çizgiden diğer baş bir kuvvet, yayılmacı ekonomik gücüyle, Japonya’dır.
Avrupa’nın tam bütünleşmesine “karşıt” olarak çalışan yerel kuvvetlerse, şunlar olmaktadır:
• Tarihsel ve güncelde kemikleşmiş zıtlıklar
• Savunma, savunma sanayii ve buna bağlı siyasi, “yeni bir hiyerarşik yapılanma” isteği sonucu ortaya çıkacak, ama encamında herhalde ters tepecek “zorlama”
• Başta ABD, “dış süperlerle” (özellikle de Rusya ile) bütünleşme ya da yakınlaşma eğilimleri
*
Böyle bir çerçevede; Batı Avrupa’nın kendi içinde ABD’den dekuple olmak (ayrışmak) pahasına, tam bütünleşemiyor olması, bir taraftan; buna karşın, Batı Avrupa’nın ABD’den yana huysuzlanması bir diğer taraftan; bu yazıda dikkate getirdiğimiz, Avrupa’nın iç etkileşme kesitlerine dönük olsun. Avrupa ile ABD’nin dış etkileşme kesitlerine dönük olsun, güncel stresler, en başta da bunların bazındaki tarihi zıtlıklar, Batı Avrupa içinden, gerçekten de bunun dışına yönelik, bugünkünden çok farklı kombinezon arayışlarını, gündeme getirebilecek olmaktadır.
Demek ki, entegre bir Avrupa savunma sanayi hevesi, böylesi bir hedefin çağrıştırdığı, Avrupa’da yeni bir teknolojik hiyerarşinin oluşturulması gibi, imkansız bir sonuçtan dolayı, boş bir heves olarak doğmaktadır.
Avrupa Birleşik Devletleri Olamayınca!…
Burada tabiatıyla dikkate şu soru takılmaktadır:
Nasıl olup da, nükleer teknoloji, havacılık ve uzay teknolojileri gibi üst teknoloji alanlarında oldukça başarılı işbirlikleri geliştirmiş Batı Avrupa ülkeleri, entegre bir Batı Avrupa sanayii kurma konusunda sıkışıyor olmaktadırlar?
Bu sorunun cevabı açıklayageldiklerimiz çerçevesinde, özellikle de savunma yapılanması konusunda Batı Avrupa’da zihinlerin bulanık olmasına ilişkin belirlememiz olmakla beraber; bunun da kökenindeki bir sebep, Batı Avrupa’da, bir Avrupa Birleşik Devletleri’nin tesis edilemeyecek olmasıdır; Batı Avrupa, ABD gibi tek bir devlet olamadğı sürece (olması da, yakın bir gelecekte hiç mümkün görünmemektedir), dikkate getirdiğimiz iç çelişkilerinden ve hedef karışıklığından baş alamayacaktır.
Burada, ABD’nin, ilk defa yekvücut bir devlet ve bu niteliğiyle, hemen tüm teknolojik araştırma ve geliştirme etkinliklerini, çoğunlukla savunma sanayii bazında gerçekleştirdiğini, buradan elde edilen bulguları ise, peyderpey sivil sanayie zerkettiğini, hatırlatmakta yarar vardır.
“Sovyetler Birliği bunu yapamadığı için yıkılmıştır”, denebilir. Sovyetler Birliği, başka bir deyişle savunma sanayiine devlet olarak yüklenmiş, ancak buradan elde olunan ürünleri sivil endüstride pratikçe hiç kullanamamıştır.
Batı Avrupa ise, nükleer enerji üretimi gibi, havacılık gibi, uzay araştırmaları ve uzaydan haberleşme gibi alanlardaki teknolojik örgütlenme atılımlarında gayet başarılı olmaktadır.
Ama, buralardaki teknolojik yapılanma hiyerarşisi, ABD’dekinden çok farklı olarak, katiyen tek bir savunma sanayii odağına raptediliyor değildir; dolayısıyla da aynı bir savunma sanayii yapılanmasının zeminini hazırlıyor, hiç değildir.
O zaman da savunma sanayii gayretleri Batı Avrupa’da iyice dağılıp, ABD karşısında, güdükleşmektedir.
Batı Avrupa ülkeleri arasında, eşyanın tabiatından kaynaklanan rekabet süreçleri ise, savunma sanayiilerini entegre etme yönündeki işbirliği eğilimlerini, işte ayrıca köstekliyor olmaktadır.
Böyle bir çerçevede ise, Batı Avrupa savunma sanayileri zorlanmakta, ister istemez küçülmeye yüz tutmakta, her hal-u kârda bugünkünden daha küçük bütçe tahsisatlarına sıkışmaya zorlanmakta, hatta hatta “Batı Avrupa, acaba savunma sanayisiz yapamaz mı?”, gibi ters bir soruyu dahi tartışma tezgâhına aldırtabilmektedir.
Bütün bunlar dikkate getirdiğimiz forumun kesitlerinden olmaktadır.
Sonuç ve Türkiye
Batı Avrupa’da savunma sanayiilerinin entegrasyonu yönündeki gayretler, Avrupa’da kimi çevrelerce özlenen boyutlarda, başarılı olamayacak gibi durmaktadır.
Bu gayretler, herhalde, Avrupa Birleşik Devletleri gibi bir oluşumun vücut bulmaması halinde, başarılı olmamaya, zaten mahkum görünmektedir.
Diğer yandan, bırakın böylesi bir düşü bir tarafa, “ABD savunma sanayii” ile rekabet için olsun, bir “Batı Avrupa savunma sanayiileri entegrasyonu” yönündeki (sonuçta herhalde akim kalacak) girişimler, perde arkasında çağrıştıracağı hevesler yüzünden, Batı Avrupa ile ABD arasındaki askeri ittifakı bile, hem de şimdiden hırpalayabilir gibi, durmaktadır.
Nazari bir açıdan olsun, dikkat edilirse gerçekten de, “Savunma ve savunma sanayiinde tam olarak bütünleşmiş bir Batı Avrupa”, ABD ile Avrupa’nın, ayrışmaya sürüklenmesi demek olmaktadır.
Esasen tam bütünleşmiş bir Avrupa’ya, açıklayageldiğimiz çerçevede Avrupa’nın naturası pek geçit vermemektedir.
Ne ilginçtir ki Avrupa’yı, ABD ile de sarmaştırarak bütünleştiren baş kuvvet, soğuk savaş sürecindeki Sovyetler Birliği tehdidi iken, aynı Avrupa’yı çeşitli biçimlerde, bir iç bütünleşme arayışına iten ikinci baş kuvvet, bizatihi ABD olmaktadır!
Aynı çizgiden diğer baş bir kuvvet, yayılmacı ekonomik gücüyle, Japonya’dır.
Avrupa’nın tam bütünleşmesine “karşıt” olarak çalışan yerel kuvvetlerse, şunlar olmaktadır:
• Tarihsel ve güncelde kemikleşmiş zıtlıklar
• Savunma, savunma sanayii ve buna bağlı siyasi, “yeni bir hiyerarşik yapılanma” isteği sonucu ortaya çıkacak, ama encamında herhalde ters tepecek “zorlama”
• Başta ABD, “dış süperlerle” (özellikle de Rusya ile) bütünleşme ya da yakınlaşma eğilimleri
*
Böyle bir çerçevede; Batı Avrupa’nın kendi içinde ABD’den dekuple olmak (ayrışmak) pahasına, tam bütünleşemiyor olması, bir taraftan; buna karşın, Batı Avrupa’nın ABD’den yana huysuzlanması bir diğer taraftan; bu yazıda dikkate getirdiğimiz, Avrupa’nın iç etkileşme kesitlerine dönük olsun. Avrupa ile ABD’nin dış etkileşme kesitlerine dönük olsun, güncel stresler, en başta da bunların bazındaki tarihi zıtlıklar, Batı Avrupa içinden, gerçekten de bunun dışına yönelik, bugünkünden çok farklı kombinezon arayışlarını, gündeme getirebilecek olmaktadır.
Herhalde Batı Avrupa, daha da kökte, ABD-Batı Avrupa ittifakı, yarım yüzyıllık bir beraberlik sonrasında, bünyesinde galiba, hafiften ama hiç yaşamadığı kadar dikkat çekici bir rahatsızlık geçirmektedir.
*
Burada bir parça incelemeye çalıştığımız gelişmelerinse, ülkemiz açısından çok yönlü ve pek çok önemi olsa gerektir.
Bir defa fevkalade temel bir denklem; koskoca Batı Avrupa bile, entegre (bütünleşik) bir savunma sanayii özlemlerine karşın, böylesi bir savunma sanayiini, dev ABD rekabeti karşısında ayakta tutup tutamayacağı sorusunu kolaydan cevaplayamazken, bizim bilhassa da olağan sanayii süreçlerinden kopuk bir savunma sanayiini düşleyemeyeceğimiz hususunu, işaret etmektedir.
Sivil sanayiiden kuvvet alamayan, bununla iç içe geçmemiş bir savunma sanayii düşünmek, her hal-u kârda abestir.
Kendi sanayiiden kuvvet alamayan, silâh açısından dışa bağımlı bir Osmanlı İmparatorluğu’nun da; savunma sanayiini sivil sanayie entegre edememiş bir Sovyet İmparatorluğu’nun da, son toplamda, göçtüğünü anımsamakta yarar vardır.
*
Tamamiyle “ulusal” bir yaklaşımla ya da “uluslararası” bir “ittifak” bazında geliştirilecek bir “savunma sanayii”, şu “dört temel gereği” yerine getirmelidir:
i) Sivil sanayie entegre olmalı, oradan kökler almalıdır.
ii) Sivil sanayii besleyebilmeli, yükseltebilmelidir.
iii) Kendi içinde entegre (bütünleşik), olmalıdır (yani kopuk kopuk ürünler imaline yönelik olmamalıdır).
iv) Kullanıcı ülke açısından “milli” olmalıdır (yani işte, yabancı ya da belli bir lisansla, yapılan bir silâh, söz gelişi, sırf, buna ait “elektronik bir karta” el konarak, battal edilebilinememelidir).
*
Buradaki ilk iki, hatta (ilk) üç koşul yerine gelmezse, ulusal ya da uluslararası, belli bir ittifak bazında gerçekleştirilecek bir savunma sanayii, ilgili ekonomiye büyük köstek teşkil eder.
Son koşul yerine gelmezse, silâh, zaten, hiç lamı cimi yok, göstermelik demektir!
*
Fevkalade değerli ulusal gayretlere ve katkılara karşın, bugün için ülkemizde, sıraladığımız gereklerin korkarız ki, hemen hiç biri, tam yerine geliyor değildir (bu konudaki görüşlerimiz için bakınız, “Savunma: Dünya ve Türkiye”, T. Yarman, Tüses Yayınları, 1988, “Teknoloji: Dünya ve Türkiye”, T. Yarman, S. B. Yarman, F. A. Yarman, Tüses Yayınları, 1988, “Makaleler”, T. Yarman, Harp Akademileri Komutanlığı Yayınları, 1987, “Nükleer Caydırıcılıktan Akıllı Füzelere, Yeni Stratejik Dengeler ve Türkiye”, T. Yarman, Harp Akademileri Komutanlığı Yayınları, 1987).
Savunma sanayiimizi, demek ki kestirme bir anlatımla, tıpkı Avrupa’nın yapmayı dilediği gibi, bizim de, öncelikle de müttefik savunma sanayii yapılarıyla, bir biçimde entegre etmeye çalışmamız gerekmektedir.
Böyle bir hedef; bahse konu entegrasyonu gerçekleştiremediğimiz sürece; sivil sanayie entegre olmamış bir savunma sanayiini de benimseyemeyeceğimize göre; ulusal bazda belirleyeceğimiz tedarikleri, yalnızca dışalımlarla sağlamalıyız anlamında, kesinlikle değildir. Müttefiklere dönük olsun, savunma sanayiisiz bir silâh tedarik bağımlılığı, sonu hüsran olan bir macera olmaktadır. Türkiye’miz, bu teoremi yaşayarak öğrenen bir ülkedir.
Burada, bu fevkalade karmaşık konuyu ayrıntılandırma olanağımız, yoktur.
Nedir ki silâhı, muhakkak yapabilmeliyizdir.
Öyle ya da böyle, eğer başkasının silâhı ile dövüşüyorsanız, sonunda onun emelleri için savaşmaya zorlanırsınız!
Bundan kaçınmanın yegane yolu işte, silâha kendi başınıza, hadi olmadı, uluslararası müttefik bir entegre savunma sanayii yapısı içinde olsun, ama muhakkak, yaparak sahip olmaktır (burada, “yapmak” derken “montajdan” bahsetmediğimize dikkat edilmelidir).
*
Pekiyi biz ne yapacağız?
Herhalde, bir defa öyle ya da böyle, dikkate getirdiğim “silâha yaparak sahip olma” yönündeki ilkenin gereğini yerine getireceğiz. Yani, milli bir savunma sanayimiz olacak. Olacak ama, bu uğurda az önce savunma sanayi yapılanmasına ilişkin olarak sıraladığım dört gereğinin her birine özenle uyacağız.
Pekiyi bunu nasıl yapacağız?
Bu soru, takdir buyrulacaktır ki, işaret ettiği akademik ve teknik boyutların da çok ötesinde, en evvel dehşetli bir siyasal inceleme ve yakınsama konusunu oluşturmaktadır.
Bu soru aynı zamanda, yukarıdan beri, Avrupa’nın iç çekişmelerine, keza Avrupa’nın ABD ile olan çekişmesine dönük olarak yaptığım çözümleme çerçevesinde, ülkemizin mevcut ya da olası gruplaşmalarla paktlara dönük ilişkilerini nasıl düzenleyip götüreceği gibi görkemli bir siyaset mesaini de tetiklemektedir.
Olsun, üstümüze düşen akademik görevi bir ölçüde olsu, tamamlamak üzere düşüncemizi geliştirmeye, biraz daha devam edelim.
Bu aşamada şu hususların anımsanmasında yarar vardır:
• Türkiye’yi Batı Bloku içinde yer almaya iten, Sovyet tehdidi olmuştur. Aynı tehdidi, tabiatıyla, ABD ve Batı Avrupa da yaşamıştır.
• Bu tehdit sanırız, artık tam değil ancak, önemli bir ölçüde çözülmüştür.
• Özellikle bu sebepten dolayıdır ki, Batı Bloku’nun kenetliliği de, bir ölçüde gevşeyebilmektedir.
• BatıAvrupa’nın, NATO’ya karşın, savunma aparatı işlevinde olarak gelişen Batı Avrupa Birliği, işte bu dönemde ivme kazanabilmektedir.
• Nedir ki, Batı Avrupa Birliği projesi, ABD, özellikle de NATO’ya karşın, özlendiği kadar çok gelişebilecek gibi, durmamaktadır.
• Diğer bir yandan; gerek ABD’nin, gerek Batı Avrupa’nın, bu çerçevede bilhassa Almanya, Fransa ve İngiltere’nin, bu arada pek tabii Rusya’nın, keza Japonya’nın; Türkiye ve ülkemiz bölgesine yönelik çıkarları, çoğunlukla geleneksel karakter çizgisini işaret ediyor olarak, önemini, aynıyla korumaktadır; bu ülkeler, zaman zaman hatta bilinen yöntemlerle, bölgede, birbirleriyle, göreceli ekonomik üstünlükler sağlamak için olsun itişmekte, o arada dolaylı yollardan kapışıp becelleşe de bilmektedirler.
• Türkiye, diğer bir deyişle, bütün bu ülkeler veya bunların çeşitli gruplaşmaları açısından bir ilgi odağıdır.
• Türkiye bu durumda, belki de tarihinde ilk kez pek çok yönlü, aynı zamanda da haliyle birbiriyle çelişiyor olmayacak, ilişkiler sürdürme serbestisine sahip görünmektedir. Ülkemiz bu açıdan bir defa, Batı Bloku içindeki göreneksel angajmanlarını sürdürürken (ara ara, bilhassa da 1980’ler başında yaptığının tersine), Batı Avrupa ya da ABD’den birini ötekine yeğlemek, biri için ötekinden nisbeten uzaklaşmak, o arada en başta İngiltere, Fransa, Almanya olmak üzere, Batı Avrupa ülkelerinden birini ötekinin önüne çekmek veya bunlardan herhangi biriyle ilişkilerini gevşetmek durumunda, hiç değildir. Bu somutta, Türkiye’nin, Batı Avrupa Birliği’ne, NATO’ya olduğu kadar özenli olmasını gerektirir; aynı biçimde (hiç olmayacak değil ama, yine de belirtelim), Batı Avrupa Birliği için NATO ile ilişkilerini yumuşatma gibi bir seçeneği, katiyen öngörmemesini de gerektirir.
• Türkiye ayrıca, Rusya ile, bu arada Japonya ve Orta Doğu ülkeleriyle, eskiden olduğundan çok daha fazla özgürce, ilişkiler geliştirip sürdürebilecektir.
• Yalnız bu noktada; Türkiye’de hala eski Sovyetler Birliği hinterlandını, hem de birkaç kez, topyekün yok edecek kadar çok nükleer silâh bulunduğunu, aynı biçimde Rusya’da da hala, ülkemizi bir çırpıda behemahal, cehenneme çevirecek kadar çok nükleer silâhın bize müteveccihen tutulduğunu, anımsamalıyızdır.
*
Savunma sanayii, silâh tedarikine; tedarik, stratejik hedef planlamasına; böylesi bir planlama, savunma konseptinin belirlenmesine; bu konsept ise gelip, taa tehdit algılamasına kadar dayanır. Bu çizginin işaret ettiği kapsamlı çalışma, asker-sivil ilgili otoritelerin, nihayette de siyasi otoritenin görev ve sorumluluk alanındadır.
Burada konuyu daha öteye taşımamız mümkün olmamakla beraber, savunma sanayimizi, çeşitli sivil-askeri uluslararası ilişkilerimiz bazında, bilhassa da Batı Avrupa’nın (bu yazıda dikkate getirdiğimiz çelişkileriyle zihin karışıklıklarını saklı tutarak), soruna dönük duyduğu kaygılar ve çalıştığı önerilerden dersler alarak (ayrıca pek tabii, yukarıda özetlediğimiz, milli bir savunma sanayiine ilişkin kısıtlarla bağdaşık biçimde) yapılandırmaya yönelmemiz gereğini önemle vurgulamalıyız.
*
“Milli savunma” ya da “milli savunma sanayii” demek gayet kolaydır; nedir ki bu deyimlerdeki “millilik” vasfını gerçekleştirmek, “şanlı tarihimizde” yazılı olduğu gibi “milli bir bilinçlenme”, “milli bir yönlenme”, “milli bir kararlılık” ve “milli bir kahırı”, gerektirmektedir.
TEŞEKKÜR
Yazıyı olgunlaştırmama, eleştirileriyle olanak veren, Değerli Ziya Günday’a ve Değerli Dz. Kur. Alb. Nazmi Çeşmeci’ye, bu arada yazıya baz olan toplantıyı dikkatime getiren Değerli Volkan Savaş’a, içtenlikle teşekkür ediyorum. Yazıyı okunurluğa kavuşturan Değerli Kadriye Gül’e de teşekkür ediyorum.
Yorum onay bekliyor
Bu yazının onay bekleyen 1 yorumu var...
Son Yorumlar