« Doğa ve Kaos | Yeni Yüzyılda Nasıl Bir Atatürkçü Çizgi, Ütopyalar » |
Bütünsel Bir Değerler Sistemi, Çevre ve Barış, Giresun
Yazılar, Konferanslar
Bütünsel Bir Değerler Sistemi, Çevre ve Barış, Giresun |
|
A COSMİC WHOLENESS, WORLD ENVİRONMENT AND PEACE |
...
ii- In effect, the second phase of our approach specifically consists of the grasp of “human history on Earth”. This process of millions of years of evolution, seems to gorgeously; through all the pain, suffering, torture and bloodshed, distill (despite so many backward steps), the actual human rights, with all the related institutions, which is nothing else, but the production of “social order” out of “anthropological chaos”. It is extremely encouraging that, this whole struggle fits so well with the previous tendency of the “cosmic creation of universal order out of, an otherwise, eternally desperate chaos". It is as though, that “cosmic unaware consciousness” ascends enduringly; through the galactic, planetary and biological processes, as well as the human history, towards an “ultimate and purest awareness”, which had created us and “became us”, impressively, as the “creators of the human rights”.
iii- The third phase of our “Cosmic Wholeness approach”, involves a derivation of “ethics” based on the perception of the endlessly successive struggles we sketched, i.e. the “cosmic trends” giving rise to our cradle in the universe, and ourselves in this cradle, followed by the prevailing “driving force of human history”, which ultimately yields today's human rights. Whatever behavior in that “direction”, should thus be classified as “good”. Any reverse behavior, thus transforming the “Ultimate Cosmic Order” into “Chaos”, should be classified as “bad”. “Our mission on Earth” should thence be to “comprehend” and “support” the “Cosmic Trends” that has given birth to “Mother Nature” and “us”, and carry them onward. This effort, amongst other things, includes, “sustaining and improving a healthy environment”, “intitutionalizing love and human rights” and “establishing the reign of a permanent World Peace”, on Earth, together of course, with all the necessary implications.
The cosmic trends that gave birth to us, need us to get bettered! And this (without any theological evocation), is “divine”.
Çeşitli tezahürler karşısında hemen herkes öyle yahut böyle bir "tepki" verir. Tepkiler en önce "bireyseldir". "Birbirine benzer tepkiler", eğer örgütlenebilirse, "toplumsal bir tepki" oluşturur.
Toplumsal tepki eğer bir "ideolojiyle" yoğrulabilirse, kurumsallaşabilir.
İdeoloji (fikriyat), ne kadar "bütünsel" ise, o kadar "kalıcı" olabiliyor.
Farkındasınızdır; bir ideolojinin "bütünsel" olabilmesi için "evrensel" denebilecek bir "akılcılıkta" olması gerekmiyor.
Bunun çok örneği var. Ateşe yahut puta tapanların, ya da bunların nice benzerlerinin, muhakkak bir fikriyatları vardı. Kendi bilgileri ve yeteneklerine göre (bizim için tutarlılık ve doyurucu bir anlamdan yoksun olsa da), belki "sakat" ama bir "bakış açıları" vardı; inaçlarının ise, yarım yamalak, eğri büğrü eklemleriyle olsun, ama muhakkak bir "bütünselliği" de vardı.
"Bütünsellik" sözcüğünü burada, sorulabilecek her bir soruya, bize göre, ister "akılcı" ister "saçma", nasıl olursa olsun, bir "cevap bulma yahut uydurma karakterini" betimlemek üzere kullandığıma, dikkat ediyorsunuzdur.
Bütünsellik", galiba bu amaçla seçilebilecek en iyi bir sözcük değil. İsterseniz "bütüncülük" de diyebiliriz.
Bir Ideoloji Akılcı Ve Bütünsel Olduğu Ölçüde Kalıcı Olabiliyor!..
Düşünceyi belirginleştirmek üzere belirteyim; örneğin hemen bütün dinler; "anlatım motifleri", "sembolleri", nihayet "inanç sistemleri" itibariyle "bütüncüdürler". Dinler, çünkü bir defa herşeye, ama doğru ama yanlış, üstelik bir "süreklilik" ve "sonsuzluk" içinde "belli bir anlam" biçmektedirler.
"Bütüncülük" ayrıca pek tabii, dediğim gibi, "uyduruk" da olabilir, olmaya da bilir.
Bir "ideoloji" hiç "aklıcı" olmadan (kendince) "bütüncü" olabileceği gibi, "bütüncü" olmadan "akılcı" da olabiliyor.
Bu yazıda dinleri çok deşmeyeyim ama; bence işte örneğin "ateşperestlik", (bize göre) hiç "akılcı" olmasa da, kendi bakış açısıyla, zıplamalı, yamrı yumru, yamuk yumuk, her neyse, "ilkel" ama "bütüncü" bir inanç sistemini işaret ediyor. Bu sistemde çünkü herşey,"ateşe" raptediliyor!
Bakın öte yandan, "Marksizm" bence (hiç kuşkusuz eleştiriye açık tutulacak olarak), gayet "akılcı" ama, mesela önceki dinsel inanç sistemleri itibariyle "bütüncü" olmayan bir ideolojidir. Marksizm çünkü tabiatıyla, herşeye bir "süreklilik" ve "sonsuzluk" içinde (kendinden önceki "idealist düşünce sistemlerinin" yaptığının tersine), "manevi" (manaya ait), ya da (daha iyi bir deyişle) "uhrevi" (ölüm sonrasına ait) bir anlam biçmemekte, zaten de biçmeyi öngörmemektedir. Ama böyle olunca, Marksist felsefenin kapsam çizgisi, pratikçe yaşamla sınırlı kalmakta, bir bakıma bu çizginin öncesini de, sonrasını da hemen tamamiyle boşlamaktadır.
Başka bir açıdansa Marksizm, "diyalektik maddecilik" boyutunu açmış olmakla birlikte, daha sonraları geliştirilen Kuvantum Mekaniği yahut (Einstein'ın) Görecelik Kuramı, bu arada özellikle de, gayet hızlı gelişen Kozmoloji (Evren Davranışbilim) Kuramları gibi, çağdaş doğabilimsel kavrayış yöntemlerini de, haliyle, skopuna alabiliyor ve bunlarla yoğruluyor, değildir.
Marksizm diğer yandan bir analizdir. Gayet derin, soyut, siyasi bir analiz olmakla birlikte, bir sentez, hele siyasi bir sentez hiç değildir.
Müteakip "Leninizm" ve "Sovyet Modeli"; Marksist analize dayalı, siyasi bir sentezdir.
Söylemek istediğim şu ki Marksist analiz (kuşkusuz tartışılabilir, ama) fevkalade rasyonel (akılcı) bir analiz olmakla beraber, pek muhtemelen Marks'ın büyük enerjisi ve günündeki bilgi, yine de yetmediği için "bütüncü" ya da " bütünsel", o nisbette de "kalıcı" bir ideoloji olamamıştır.
"Marksist analiz" sömürünün benzersiz bir matematiğidir; bu açıdan daha hala pek çok "doğruyu" işaret etmektedir. Ayrıca ve aşikar olarak, günümüzde pek çok ilerici hareketin dayanağı olma özelliğini sürdürmektedir. Nedir ki, burada uzun uzadıya tartışamayacağımız şablonlarıyla, kanımca, pek çok akademik onarım ihtiyacına duçar olarak, çağın gerisine düşmüştür.
Bir ideoloji "akılcı" ve "bütünsel" olabildiği ölçüde daha da "kalıcı" olabiliyor.
İşte esas söylemek istediğim bu.
*
"Çevreci haraketi", örneğin, nasıl bir "bütünsel tabana" oturtacağız?
Eğer bunu yapamazsanız, hareket ister istemez, çeşitli "somut eylemler" için kitleleri peşine taksa da, yine de kitlesel öteki "siyasi hareketlerle" karşılaştırıldığında, "sönük" kalıyor, zamanla tavsıyor...
Nükleer santrallere tam niye karşı olunuyor?..
Aliağa Termik Santrali'ne tam niye karşı çıkıldı?..
Yatağan Termik Santrali'ne karşı tam neden eylem konuldu?..
Gökovalar olmasın diye tam niye feryat edildi, açlık grevleri tam niye yapıldı?..
Tabii ki salt çevre duyarlılığı duygusu ve tepkisiyle yahut ölen, pörsüyen veya katledilmeye girişilen bir çevrenin, içimizde uyandırdığı infialle, eylemler geliştirebilir, hatta istediğimiz yönde, sonuçlar da alabiliriz.
Ne var ki işte dikkat ederseniz, o kadarıyla olay; "dokusu" sağlam sayılacak bir "ideolojiden" mahrum görünüyor.
Gerçi bu konuda düşünürler, bir çaba sarfetmedi değiller; ülkemizden örnek alırsak, bu açıdan hatırıma örneğin, genç yeşil düşünürlerimizin özellikle "Nükleer santrallere kökte neden karşı olduklarını" ortaya koymaya çalışırken, benim de basında yer alan yazı-çizimi, şimdi dikkatinize getirdiğim sorunsalın cevabı olarak işleyen, yazıları geliyor (1,2).
Ama bu yeterli değil, sanırım.
Yeşillerin, çevrecilerin; dört başı mamur, bütünsel, deyim yerindeyse bir nevi "din" gibi olacak, gerek "kozmik ve tarihi bir perspektiften" kökler alan, gerekse de "dünya geneli ve yerel sorunlarla ve özelliklerle" ayrıca yoğrulmuş olacak, bir "düşünce sistemine" ihtiyaçları var.
Biliyorum, bu çok zor; hiç düşünülmemiş de değil, ama muhakkak ve mükemmelleştirilerek ortaya konulmalı.
Buna yoğun bir biçimde çalışmış bir düşünür olmanın ayrıcalığını taşıyor olarak, düşüncemi biraz açmak istiyorum.
Bu yazımda, bilhassa Cumhuriyet Bilim Teknik'te yayınlanmış bir dizi yazımda, keza bir çırpıda sayılamayacak kadar çok, yazı-çizi ve konuşmamda, o arada katıldığım ve bana düşüncelerimi sınama şansını bahşeden panelde, demek istediklerimi, bu arada öğrendiklerimle birlikte, özetleyerek, ortaya "kozmik bir inanç sistemi" koymak istiyorum (3-26).
Bundan evvel yalnız, inançların nasıl oluştuğuna bir göz atmamız gerek.
O arada, bu yazının esas olarak, Ağaçkakan Dergisi’nin, Mayıs-Haziran 1996 sayısında yayınlandığını belirtmeliyim (27).
İnanmanın Mekanizmaları
"İnanmanın mekanizmalarını" incelemiş bir psikoloji uzmanı değilim gerçi ama, "inançların nasıl oluştuğu" çok ilgimi çekiyor.
Bunun muhakkak pek çok veçhesi var. Konumuz açısından yalnız en önemlisi (görebildiğim kadarıyla), her inancın, "inanç sahibinin bilgi dünyası", o arada "ihtiyaçlarıyla" ilintili olduğudur.
Kısaca hem "bilgilenme sürecimiz" hem de "yaşamımız" boyunca karşı karşıya kaldığımız "maddi - manevi gereksinmelerimiz", inançlarımızı şekillendiriyor.
Sırf bu nedenle bir defa (düzeysiz maddi menfaatler karşılığında ona buna, bu arada para pula tapanları bir tarafa bırakırsak), "inanç sahiplerine" dönük olarak, fevkalade saygılı, anlayışlı, hatta müşfik olmamız gerekir.
Örneğin yeryüzünde milyarlarca "samimi dindar" vardır.
Samimi dindarlar arasında, "fanatik" (bağnaz) oldukları için "tehlikeli" olanlar yok mudur?
Olmaz mı hiç? Hem de sürü sepet!..
Ne olursa olsun, yine de konumuz açısından, inananları; "inanç mekanizmalarının akademik şablonlarıyla" ele almamız gerektiğini düşünürüm.
Verilecekse, herhangi bir siyasi mücadele de, eğer, bize yaraşsın isteniyorsa, böylesi bir baza oturtulmalıdır, düşüncesindeyim.
Bu açıdan inanç akımları, bilhassa dinler; muhakkak, siyasal bilimler, devrimler tarihi, sosyoloji (toplum-bilim), antropoloji (insan-evrim-bilim), sosyal antropoloji (kültür-bilim, ya da uygarlık-bilim), psikoloji (ben-bilim) ve sosyal psikolojinin süzgeçlerinden geçirilerek, kavranmaya çalışılmalıdır.
Bunun pek böyle yapılmadığını izliyoruz.
İlahi boyutlarını yargılamayı ya da irdelemeyi konumuzun dışında tutarsak, dinler bana göre, dönemlerinin, hatta daha sonraki evrelerinin, hemen en siyasi hareketleridir; doğuşları itibariyle ise, kuşkusuz, çağlarının en devrimci hareketleridir.
Peygamberler de (dinlerin ilahi boyutunu yargılamayı yine bir tarafa bırakarak devam ediyorum), yeryüzünün kaydettiği en büyük siyasileri ve devrimcileridir.
Peygamberlerin, diğer bir yandan temel sezişleri ve doğrularını dile getirirken, alabildiğine dürüst ve samimi olduklarından, kuşku duymuyorum. (Bunu da hiç bir biçimde ilahi bir bağlamda söylüyor değilim. Ayrıca peygamber olarak bilinen önderlerin de, pekala eleştirilebileceğini ve sorgulanabileceğini düşünüyorum. Zaten bu tavır, anımsanacağı üzere, akademisyen olmanın en temel bir gereğidir.)
Esas şu var ki dinleri ya da dinler içinde gelişen mezhep hareketlerini, “siyasi”, hatta bir nevi “siyasi parti” boyutlarıyla kavrayamazsak, fazla uzağa gidemeyiz.
Örneğin Ortadoğu'daki Yahudi-Müslüman, keza Hırıstiyan-Müslüman çatışmasında muhakkak, sosyo-politik ve siyasi ayrışım trendlerini arayıp tanılamamız gerekir.
Benzer biçimde Avrupa'daki, gerek yurttaşlarımızın gerekse de özellikle Kuzey Afrikalılar'ın; ayırımcılık, ırkçılık ve itilip kakılmaya karşı, İslam bazında birbirlerine sokularak, başörtüsü inadıyla olsun, (özünde tamamen siyasal nitelikli) bir tür başkaldırı sergilediklerini görmemiz gerekir.
Aynı şekilde, Amerikan zencilerinin, kendilerini, ayırımcılık histerilerinden geri duramayarak horlayan, yurttaşları, beyaz dindaşlarından:
- Alın, böylesi kiliseniz de, böylesi kitabınız da, böylesi Tanrınız da, sizin olsun diyerek kopup, Müslüman olduklarını, daha doğrusu bir başka dine sığındıklarını, anlamamız gerekir.
Burada, bu çok boyutlu konuyu enine boyuna açacak değilim. Yalnız söylemek istediğim şu ki; inaçların, bunun kökenindeki inanç mekanizmalarının, buna da bağlı olarak gelişen kitlesel hareketlerin değerlendirilmesi, pekçoğumuzun kendi şablonlarımızı mutlak sayıp; "abes", "saçma", "gerikafalılık" v.s. diyerek yaptığının tersine, dehşetli zor ve derin bir çaba gerektirmektedir.
Beni, konumuz açısından, öncelikle köklü, bütünsel, kozmik bir inanç sistemi oluşturmak, çok ilgilendiriyor.
Böylesi bir inanç sisteminin kitlesel bir harekete dönüşmesi de, ayrıca çok ilgilendiriyor.
Bu açıdan, "önceki" ve "ilerici" (bu kavramı birazdan açacağım), diyebileceğimiz inanç sistemlerini, kitlesellikleri ile birlikte benimsememizin, fevkalade önem taşıdığını, belirtmek isterim.
Diğer bir yandan, herhangi bir inanç sisteminin, ona bağlılık geliştirenlerin bilgi düzeyleri ve gereksinmeleriyle ilintili olduğunu, kaydetmiştim. Bu açıdan doğrusu, belli bir bilgi donanımında olmadan, öyle bir bilgi donanımıyla sahip olunacak bir inanç dünyasına yönelmenin, bayağı bir ruhsal bozukluk doğurabileceğini anlamamız yerinde olur.
İnanmak fiilinin bir tatmin ve rahatlama arzusunu sağladığını, öncelikle anımsamalıyız.
Bir inanç, akademik bir açıdan abes olabilir; ama bir ihtiyacı gideriyorsa, temel işlevini yerine getirmiş sayılmalıdır.
Küçük yaşta, iç parçalayan acılarıyla, anneciğini kaybetmiş bir çocuk düşünün. Onun, “cenneti”; hemen oracıkta da, günün birinde “anneciğine kavuşacağını” düşlememesi, mümkün mü?
Ona bu durumda; eğer gerçekten de öyle olduğuna inanıyorsanız, cennetin “uyduruk” bir kavram olduğunu anlatmaya kalkmak, müthiş bir duyarsızlık oluşturmaz mı?
O açıdan, benim şimdi dikkatinize getireceğim inanç sistemiyle yaşamak, hiç kolay olmayabilecektir.
Dindar, bir parçacık fizikçisi arkadaşım, yıllar önce bana, "öyle bir inançla" nasıl yaşayabildiğimi, hayretler içinde sormuştu.
O zaman idrak ettim ki, kendimi gerçekten de evrensel karanlıkların uçsuz- bucaksızlıklarında yapayalnız bir astronot gibi hissediyor, milyarlarca yıllık galaktik süreçleri bir nebzecik olsun duyumsayarak, hemen herşeyi, böyle korkunç sayılabilecek, astrofiziksel (yıldız-fiziksel) ve kozmolojik (evren-davranış-bilimsel) bir perspektifte olarak değerlendiriyorum.
O gün bu gündür, karşımdakini belli bir bilgi düzeyinde görmeden, ya da belli bir bilgi düzeyine taşımadan, zinhar, ne bildiklerimden ne de bilgilerim uzantısında neye niçin inadığımdan, bahsetmeme kararı aldım; yine de sanırım, bu konuda ne zaman konuşsam, karşımdakini çoğunlukla karamsar ettim; bu da değilse, sarstım, şaşkına çevirdim.
Dolayısıyla böyle, yalansız dolansız, vaatsiz fantazisiz, tantanasız, çıplak (natürel) bir inanç sisteminin, görünür bir menzilde kitleselleşmesini bekleyemeyiz.
Şu da var ki, düşüncemde, bir yücelme ve esenlik bulduğumu, önemle kaydetmeliyim.
Şimdi şu "kozmik inanç sistemimize" gelelim.
Çağdaş Bilimle Uyumlu Bütünsel Bir Değerler Sistemi
Evren, onbeş milyar yıl kadar önceki "büyük bir patlamayla" şekillenmeye koyulmuş. Bunun böyle olduğuna dair çok ciddi bilimsel bulgular var.
Bana, "Ondan önce ne vardı?" ya da "Büyük patlama neden olmuş?" diye sormayın. Bilmiyorum. Kimse de bilmiyor. Bu konuda çeşitli kuramlar yok değil. Ama buralara, girmeyeceğim.
"Büyük patlamadan" sonra, gerçekte "sonlu" olduğunu düşündüğümüz "madde", biteviye ve gitgide daha geniş hacimleri, ölümcülleşe-gidecek karanlık ve ıssızlıklarda tutmak gerekirken; evrende gayet ilginç gelişmeler meydana gelmiş. Madde bir defa, gravitasyonel çekim yasasından dolayı galaktik topaklanmalar meydana getirmiş. Bu çerçevede, bizim içinde olduğumuz Saman Yolu Galaksisi (Saman Yolu Gökadası) gibi, milyarlarca galaktik bulut (gökadasal bulut), oluşmuş.
Sonra sonra, her galaktik bulut içinde, yine gravitasyonel çekim yasasından dolayı, "yıldız odakları" meydana gelmiş; buralardan da, ayrıntısına giremeyeceğimiz biçimde, her galakside, milyarlarca yıldız oluşmuş.
Saman Yolu'nda, bildiğimizce, yuvarlak iki yüz milyar yıldız var. Güneşimiz bunlardan biri. Orta boy bir yıldız. Galaksimiz'in, kenarında bir yerlerde.
Demek ki, Saman Yolu gibi, daha milyarlarca galaksi var. Bunların her birinde ise, Güneşimiz gibi, milyarlarca yıldız yer alıyor.
Bir fikir vermek için belirteyim. Saman Yolu Galaksisi "tepsi ekmeği" gibi, çok kabaca, bir düzlem üzerinde yer alıyor. Bu düzlem yüz bin ışık yılı genişlikte. Yani bizim galaksiyi, bir baştan bir başa, eğer ışık hızında seyredebilirseniz, yüz bin yılda geçebilirsiniz. Işığın, diğer taraftan, uzayda saniyede üç yüz bin kilometre katettiğini, belirteyim. Yani ışık hızında olarak, Dünya ile Ay arasındaki mesafeyi, hepsi hepsi, bir saniyede alabiliyorsunuz.
"Bizim galaksinin görünüşü" için, "tepsi ekmeği gibi" dedimdi; şunu da ekleyeyim, o (tabanı yüz bin ışık yılı genişlikteki) "tepsinin kalınlığı", yaklaşık bin ışık yılı olmakta!
Evren, sonlu fakat sınırsız bir mekan, olarak biliniyor. Maddenin, içinde yer aldığı evren hacminin çapı, yuvarlak otuz milyar ışık yılı. Yani, evreni bir baştan bir başa, eğer ışık hızında seyredebilecek olursanız, otuz milyar yılda katedebiliyorsunuz. Tabii, bu zaman zarfında (hiç öyle değil ama), evrenin durağan kaldığını varsayarsanız...
Akıllara durgunluk verici, değil mi?..
- Pekiyi, evrenin, dışında ne var?, diye de sormayın. Çünkü evreni, içinde maddenin bulunduğu mekanla sınırlı sayıyoruz. Dolayısıyla "evrenin dışı" gibi bir kavram, tanımsız kalıyor.
*
Geçen akşam bu anlattıklarımı Ozancım (Oğlum), dili döndüğünce, Köln'de bizi konuk eden Sevgili Hüseyin Ünal'a anlatıyordu. Hüseyin bana döndü, Hocam, dedi:
- Bütün bunlar herhalde tam biliniyor olamaz; milyarlarca ışık yılı mesafedeki, ondan da vazgeçtik, örneğin birkaç ışık yılı uzaklıktaki, yıldızların, böylesi uzaklıklarda olduğunu tam nasıl bilebiliriz; dolayısıyla “bilimsel” bir kisve altında dikkate getirilmek istenen şunca öykü, başka türlü bir “dayatmanın” kesitleri olmuyor mu, yani !, dedi.
Tabii burada enine boyuna ayrıntıya girme şansım yok, ama, hiç öyle değil.
Pek çok şeyi, gerçekten, fevkalde hoş, gayet basit ve akılcı, bu açıdan heyecan verici, insan ve insanlık açısından ise, soylu ve onur bahşeden yaklaşımlarla, türetebiliyor, sınayabiliyorsunuz.
Miniminnacık bir örnek olarak; daha yuvarlak ikibin ikiyüz yıl evvel, Dünyamız'ın çapını, fevkalade çarpıcı bir gözlem uzantısında ve hepsi hepsi İskenderiye ile, bunun yuvarlak birkaç yüz kilometre kadar güneyindeki bir kasabanın arasını adımlayarak hesap ediveren Eratostenes'in yaklaşımını, dikkatinize getirebilirim.
Onun gördüğü; İskenderiye'de yazın, öğle üstü, güneşin, dikine duran, örneğin bir sırığın, dibine, az olmakla beraber yine de gölge düşürdüğü; buna karşılıksa, İskenderiye'nin, birkaç yüz kilometre kadar güneyindeki, söz konusu mevkide, güneşin, aynı sıralarda, yine dikine duran, örneğin bir sırığın, dibine, (güneş ışınları burada tam tepeleme geldiği için) gölge düşürmediği; işte, hepsi, bu!
Bundan sonrası ise Eratostenes için çocuk oyuncağı olmuş:
Öğle üstü, İskenderiye'de dikine duran sırık ile, (bunun gölgesinin uzunluğu ve yüksekliğine bakıp), güneş ışınlarının yaptığı küçük açıyı ölçmek; bir de İskenderiye ile, buranın güneyinde aynı vakitte, cisimlerin gölgesiz olduğu kasaba arasını (muhakkak pek çok terleyerek), adımlamak; şimdilerde ilkokul düzeyinde dahi bilinen elemanter geometri bilgisine başvurunca, Eratostenes'e, Dünya'nın çapını, kendi adımları cinsinden, bir çırpıda bulgulama şansını bahşedivermiş!..
Fevkalade basit trigonometrik tekniklerle, ilk bakışta inanılmaz güzellikte sayılacak, astronomik sonuçlar çıkartmak mümkündür. Gözle görülebilen yıldızların bize olan astronomik uzaklıklarını; üçgenleme dediğimiz (basit) bir hesaplama yöntemiyle, gayet hassas bir şekilde belirlemek olanaklıdır.
Çok çok daha büyük, milyonlarca, milyarlarca ışık yılı tutarındaki evrensel uzaklıkları, burada anlatamayacağım astrofiziksel tekniklerle belirlemek de olanaklıdır.
Dolayısıyla, dikkate getirdiklerime, hiç kuşkusuz "mülahazat hanesini" (çekince aralığını) açık bırakarak, ama, güvenebilirsiniz.
*
Kaldığımız yerden devam edelim. Sırada "yıldızların hayatı" var.
Burada kısacık olsun, bir astrofizik (yıldız-fiziği) bahsi açabilsem, ne iyi olurdu. Ne yazık ki bunu da yapamayacağım.
Şu kadarını söyleyebiliyorum:
Yıldızların da bir hayatı var. Yıldızlar galaktik bir bulut içinde, bu bulutu oluşturan hidrojen atomlarının, "kaotik" diyebileceğimiz, "cazibe merkezleri" dolayında, "gravitasyonel çekim yasası" uyarınca "yumaklanması" ile, oluşmaya koyuluyorlar. "Gravitasyonel çekim yasası" uyarınca yumaklanan hidrojen atomlarının çekirdekleri, birbirlerine, kaynaşacak (nükleer füzyon yapabilecek) kadar yakınlaşıyor; başka bir deyişle, birbirlerine santimetrenin yüz milyonda birinin yüz binde biri, yani bir atom çekirdeği boyutu kadar sokuluyor; böylelikle de kaynaşıyorlar. Buradan en önce, helyum atom çekirdekleri çıkıyor. Ayrıca büyük bir enerji (füzyon enerjisi) çıkıyor. Öylesine büyük bir enerji ki, avuç içi kadar (sıvı) hidrojenden, Keban Barajımız'ın bir yıl boyunca üretebileceği enerji kadar çok füzyon enerjisi, elde edilebilir, oluyor.
Yıldızlar; söz konusu nükleer tepkime çerçevesinde yaşama geçtikten sonra, milyarlarca yıl süreyle yaşıyorlar... Sonra sonra ise, büyüklüklerine bağlı olarak, kozmik felaket sayılacak patlamalı dönüşümlerle, müteakip evrelerini yaşamaya geçiyorlar. İçlerinde bu sonraki evrelerde, helyum ötesi atom çekirdekleri; hafif atom çekirdeklerinin (nükleer) kaynaşması sonucu oluşuyor...
Daha daha sonra ise ölüyorlar; uzayda, pek bir iç etkinliği kalmamış olan, gök cisimleri olup çıkıyorlar.
Bizim yıdızımız Güneş, halen beş milyar yaşında. Durun, hemen öyle korkmayın; Güneşimiz'in, öngörülebildiği kadarıyla, yaklaşık beş milyar yıllık ömrü daha var!..
Ayrıntıyı bir yana bırakarak devam edelim.
Bir yıldızın, sözünü ettiğimiz evre dönüşümleri sürecinde, çevresinde gayet zor bir aşamayı işaret etmekle beraber, gezegenler oluşabiliyor.
Uzatmayalım (yani on-onbeş milyar yılı, on-onbeş satırı aşmadan anlatmaya çalışalım, demek istiyorum), gezegenlerde de, canlılar ve üst düzeyde hayat oluşabiliyor.
Nereden nereye!..
Büyük patlamadan ve başlangıçta biteviye artacakmış gibi duran kaostan (kargaşa ve dağınıklıktan), evrensel keşmekeşten, galaktik topaklanmalara... Galaksiler içinde yıldız yumaklanmalarına... Sonra yıldızların çevresinde, kaç türlü, kozmik felaket niteliğinde yıldız gümbürtüleri, patlamaları ve dönüşümleriyle ve oldukça az olasılıkla, gezegen oluşumlarına... Sonra sonra bu gezegenlerde, daha daha, olmayacak denecek kadar az bir olasılıkla, yaşam belirtilerinin, en nihayet demek ki, kahır üstüne kahırlı milyarlarca yıllık kozmik (evrensel), galaktik (gökadasal), astrofizik (yıldızsal), jeolojik (gezegensel) ve biolojik (yaşamsal) uğraş uzantısında, üst yaşamın ortaya çıkmasına...
Ben bunun adına:
- Doğa kaostan, kargaşadan, düzenlilik yaratıyor, diyorum.
Farkında mısınız?
İşte bir çiçek; hava, su ve ışıkla, yani Güneşimiz'le yoğrulmuş olarak, inanılmaz bir görkemde düzenlenmiş topraktan başka bir şey değil.
Doğa bunu başarmayı biliyor. Çiçeğin tohumundaki kurgu, toprağı (hava, su ve Güneş enerjisi katkısını sağlayabilerek), şaşılacak biçimde çiçek olarak düzenliyor. Doğa, tabii en evvel, gezegenimizde darma dağınık topraktan, milyarlarca yıllık çabalarla, o çiçeğin tohumunu, oluşturmayı biliyor.
Müthiş bir şey.
Buna, herhangi bir ilahi anlam atfediyor değilim; ama ilahi bir anlam atfetmenize bir engel, görüyor, hiç değilim.
Evren biliyor musuz, bir madde yığınağı ya da enerji deposundan ibaret değil. Sonlu olduğunu bildiğimiz, madde ve enerji yanı sıra evrende, bir de, bir nevi “mühendislik bilgisi”, bir “yapım yetisi” mevcut. Neyin nasıl oluşturulacağına dair bir bilgi, bir yeti bu...
İşte örneğin, iki hidrojen atomu uzayda ayrı ayrı, avare avare dolaşırlarken, birbilerine rastlarlarsa, adeta cümbüşler içinde, bir hidrojen molekülünü nasıl oluşturacaklarını, biliyorlar.
Daha oracıkta; aslında demek ki daha, büyük patlama sonrası galaktik topaklanmalar sürecinde; dünyamız da, dünyamızdaki kırlar da, çiçekler de, kuzular da, biz de,milyarlarca yıllık belalı kozmik kaosların en gazaplı süreçlerinden süzüle süzüle, hayatiyet bulmaya koyuluyoruz.
İnanılmaz, bir şey değil mi?
Evrenin; kendini bilsin yahut bilmesin, bir bilinci var.
Bu bir kozmik bilinç.
Belki kendi kendinin farkında olmayan, ancak bilinçli bir bilinci, yani bizi, nasıl oluşturabileceği bilgi ve yetisine sahip bir bilinç.
İnsanlık Tarihi De Kaostan, Kargaşadan Düzenlilik Üretiyor, Örneğin İnsan Haklarını Damıtıyor.
"Bütün bunların kozmik bir inanç sistemi ile ne ilgisi var?", diyeceksiniz.
Yeryüzündeki, öncesi bir yana, en azından şöyle bir beş bin yıllık yazılı insanlık tarihine baktığımız zaman, ne görüyoruz, bir baksanıza:
- İnsanlık tarihi de, tıpkı kozmik ve galaktik süreçler gibi; tıpkı yeryüzünü; toprağı, bir bakıma, dirilterek cennete çevirircesine, kırları, çiçekleri meydana getiren süreçler gibi; çok acı, çok ızdırap, çok kahır, çok kan pahasına olsa da; itiş kakıştan, kavga gürültüden, işkenceden, zulümden, ama ağır ama aksak, insan haklarını dokuyor; insanlık tarihi de kaostan, vahşinin vahşisi, binler ve binlerce yıllık bir kargaşadan, düzenlilik üretiyor!
Tüyleri diken diken eden bir gelişme bu.
Tarihte, hiç kuşkusuz, pek çok ileri geri, demarş var. Nedir ki son toplamda insanlık tarihi, kendini en soysuz, en vicdansız barbarlıklardan çözerek, insan haklarını usul usul süzüyor ve kurumsallaştırıyor.
Tarihin bu trendine, "ilerici trend" diyorum. Bu trend taa kozmik oluşumlardan, keza yeryüzünde bizleri var eden jeolojik ve biolojik süreçlerin hamurundan, kökler alıyor.
İşte "ilericiliği" de şöyle tanımlıyorum:
- Bizleri var eden kozmik ve doğal oluşumlarla, en nihayet aynı çizgiyi doğrulayan insanlık tarihinin işaret ettiği, enginlik ve esenliklerle kucaklaşıp özdeşleşmek.
Demek ki biz kaos ananın, yavrusun yavruları, küçük yavrularıyız; kozmik bilincin belki de en görkemli ereğiyiz.
Böyle bir idrak geliştirebilirsek, o takdirde, yeryüzündeki yaşamımızla, davranışlarımızla; bizi var eden kozmik trendlerle nasıl buluşup, onlarla nasıl özdeşleşebileceğimizi de bilebiliriz.
Bunun, insan olmanın üst bir güzelliği olduğuna, inanıyorum.
Buradan, harika bir açılımla, bir erdem ve ahlak öğretisi biçimleyebileceğimize, ayrıca ve önemle dikkat çekmek isterim. Bu konuyu şimdi Fransızca olarak yayınlanmak üzere olan, “Un Systeme de Croyance Cosmique” adlı yapıtımda bir ölçüde ayrıntılandırdığımı kaydedebilirim (37).
Örneğin, (allahmuhafaza) adam öldürmek, idam dahil (kestirme bir deyişle, düzenlilikten kaos oluşturacağı, bunun için de bizi var eden güzelim kozmik trendlerle dehşetli bir zıtlık oluşturacağı için) bir “canilik”. Adam öldüren birini (onu idam etmenin tersine) tecrit edip, eğitmek ve iyileştirmeye çalışmaksa, bizi var eden kozmik trendlerin ululuğuna yükselmek demek oluyor.
Bu çerçevede tarihteki (bugün artık, oluşum özelliklerini yitirmiş olsalar bile), tüm ilerici hareketlere; tarihin seyir bağlamı, hatta günümüzdeki kitlesel haraketleri hala mıknatıslama yetenekleri itibariyle olsun, sahip çıkmamız gerektiğini düşünüyorum.
Kitleselleşmenin temel bir yolu bu.
Bu çizgiden olarak, tarihteki ya da günümüzdeki tüm özgürleşme ve demokratikleşme hareketlerine sahip çıkmalıyız... Mazlumların ve emeğin, sömürüye ve emperyalizmaya (gelişmiş devlet ve ekonomi odaklarının, bilhassa az gelişmişlere yönelik boyundurukçu yaklaşımlarına) karşı, başkaldırısına, sahip çıkmalıyız...
Böyle bir mücadeleyi, dinsel, içtenlikli bir bazda sürdüren kitlesel hareketlere de (ortaya koyduğum ölçütlere uyuyorsa), muhakkak sahip çıkmalıyız.
Çevreci Harekete Bakış…
Çevreci hareketin, o arada yalnız doğayla değil, insan insana esenliğin, nihayet kitlesel ve evrensel barışın, böylesi bütünsel bir çerçeveye oturtulması gerektiğini düşünüyorum.
Esas mesele, kozmik ilerici trendlerle buluşmak ve özdeşleşmektir.
Bu trendler yeryüzünde; yağmuru, güneşi, akarsuları, mevsimleri; soluk alıp veren, yaşayan nebatatı; tüm güzelim özellikleriyle doğal çevrimleri; canlıların dünyasını, nihayet en üst bir yaşam düzeyinde ise, insanlık tarihinden görkemli parıltılarla süzülüp gelen insan haklarını ve özgürlükleri, işaret ediyor.
Böyle bir açıdan, münhasıran çevre sorunlarına bakacak olursak; yeryüzünde yapacağımız ve kuracağımız herşeyin, son toplamda doğal çevrimlerle bağdaşıklık oluşturması gerekiyor.
Burada kullanacağımız ölçüt gayet basit:
Yeryüzündeki herhangi bir yapıt, eğer son toplamda, "kozmik trndlerle uyumlu olarak, kaostan düzenlilik üreten bir makina" olarak çalışmıyorsa, çevreye ve doğaya kötülük ediyor demektir; bu sebeple de fişi, behemahal çekilmelidir!
Dikkat ederseniz; Dünyamız, güneş enerjisini kullanmak suretiyle, "kendi dağınıklığını" pratikçe biteviye, düzenliliğe dönüştürebiliyor. Dolayısıyla, yeryüzünde üretimde bulunmak, pek çok kimsenin iddia ettiğinin tersine, çevreyi ya da Dünyamız'ı muhakkak kirletme sonucunu beraberinde getirmeye mahkum, hiç değildir!
Yeryüzünde, bir bakıma doğal çevrimler taklit edilmek suretiyle ve Güneşimiz yaşadıkça, yani daha milyarlarca yıl, tertemiz, arı duru bir üretim mekanizmasını var edip çalıştırmamız, fevkalade olası, esas itibariyle de zorunludur.
Milyarlarca yıllık süreçler uzantısında cıvıl cıvıl yaşam bulmuş doğamızın sağlık dolu dekoruna; ucube bir sanayi de, illetli bir sanayileşme veya çarpık çurpuk bir kentleşme de, (nasıl yapılabilirse bilmem, ama, iyice doğa dostu kılınamadıkça) termik santraller yahut nükleer santraller de, hatta (atmosferdeki, minnnacık olsa bile karbondioksit oranını, yine de hissedilir bir ölçüde yükselttiği ve bu yüzden kırılgan iklim dengelerini alt üst etmeye yaza-gideceği için) doğal gaz da, hiç ait değil!
Çevresel yaklaşım açısından, işte mesele bu.
*
Dikkat ederseniz; "özgürlüklere, insan haklarına, dünya barışına sahip çıkmakla"; "doğanın yaşam hakkına sahip çıkmak", ya da "yarınlarda çocuklarımızın, gelecek nesillerin, yeryüzündeki özgürlüklerine ve yaşam haklarına sahip çıkmak"; "aynı görkemli kozmik kökten" beslenen "anlamdaş eğilimlerdir".
Sonuç
Herşeyi asgari bir temel teoreme indirgemek, günümüzde hala çok bilim adamını, peşinden büyülenmelerle sürükleyen, dehşetli bir akademik ihtiras konusudur.
Ben bu yazımda; biraz, konuyla ilgili olarak epeydir yazdığım yazıları, keza pek çok yerde yaptığım konuşmaları, derli toplu bir biçimde özetlemeye çalışarak, milyarlarca yıllık bir perspektifte, oldukça özgün ve bütünsel bir tabana oturduğuna, nihayet çevreci hareketin, geniş bir bağlamda ise barışisterlerin sarılması gerektiğine, her hal-u karda, gelecek yüzyıllarda yaygınlaşabileceğine inandığım kozmik bir inanç sistemini, kısacık dikkatinize getirdim.
Bu benim, bir doğabilimci olarak, otuz küsur yılı aşkın bir süredir öğrendiklerim ve kaç türlü, acılı hayal kırıklıkları, kabuk değişimleri, hatta, "yeryüzünde, bir dizi anlamsız ve değersiz raslantılarla vücut bulmuş olabileceğimiz" gibi, sözüm ona delikanlı ama primitif, o nisbette de bilgi kofu olarak varılabilen, yavan bir hükümden dolayı, birçoğumuzun sergilediği türden yakalanılacak en iğneli amaçsızlık kabuslarında, biteviye yaptığım sentezin, sonuçta ise doğamla ve beni var eden doğayla tanışıp sarmaşmanın göz aydınlıkları içinde, coşku meşaleleri yakan düşüncelerimin, bir ürünü...
Buradan, harika bir açılımla, bir erdem ve ahlak öğretisi biçimleyebileceğimize, ayrıca ve önemle dikkat çekmek isterim. Bu konuyu şimdi Fransızca olarak yayınlanmak üzere olan, “Un Systeme de Croyance Cosmique” adlı yapıtımda bir ölçüde ayrıntılandırdığımı kaydedebilirim (37).
Örneğin, (allahmuhafaza) adam öldürmek, idam dahil (kestirme bir deyişle, düzenlilikten kaos oluşturacağı, bunun için de bizi var eden güzelim kozmik trendlerle dehşetli bir zıtlık oluşturacağı için) bir “canilik”. Adam öldüren birini (onu idam etmenin tersine) tecrit edip, eğitmek ve iyileştirmeye çalışmaksa, bizi var eden kozmik trendlerin ululuğuna yükselmek demek oluyor.
Hayvan kesip yemek de aynı bağlamda, yazık ki, şer bir davranış olarak ortaya çıkıyor.
Burada vejetaryenlerin (ot-oburların) ne denli derin bir duyarlılık geliştirdiklerini anlayabiliriz. Et-oburluğunuza, bir çırpıda son veremiyorsanız (doğrusu ben de henüz yamyamlığımdan, çocukluk alışkanlıklarımı bir türlü aşamadığım için, sıyrılabilmiş değilim); o zaman, bir ölçüde affedilebilir sayabileceğimiz için, midye yiyin; hadi olmadı (dikkate getirdiğim açıdan, günahınız bir parça artacak ama), balık yiyin; biraz daha büyük günahları göze alarak, kuş, ördek, tavuk, hindi yiyebilirsiniz; daha daha büyük günahları göze alaraksa koyun, dana, v.s. de yiyebilirsiniz ama, zinhar, kuzu (yavru koyun), kesip yemeyin; çünkü onun, kırlarda sevinçle büyüyegiderken, kozmik trendler uzantısında kaostan düzenlilik oluşturma işlevi daha epey sürüyor olacaktır. Siz onu kesip yerseniz, onun bu işlevini dumura uğratıyor, biriktiregeldiği canım güzellik ve düzenliliği ise, hemen çoğunlukla kaosa, karanlık, kirli bir çöpe çeviriyor, oluyorsunuz. Onun örneğin, proteininden yararlanıyorsunuz gerçi, ama, o proteini hem başka kaynaklardan edinebilirsiniz, hem de önemlisi, yaptığınız iş, esas itibariyle kesip yok edeceğiniz o can yavruya, hiç ama hiç değmiyor.
Aynı bir çerçevede, turfanda meyve yemek de hoş değil; çünkü turfanda meyvenin dalında, bir bakıma kozmik trendlerle bütünleşerek sürdürmekte olduğu işlev, siz onu dalından kopartmış olacağınız için, tamamlanmış olmuyor. Meyveyi, sebzeyi, demek ki, dikkate getirdiğimiz bağlamda, dalından düşecek kadar olgunlaştıktan sonra, yemek, gerekiyor. (Bunda sonra da yemezseniz, zaten çürüyüp toprağa karışıyor. O nedenle, "E canım madem kuzu kesmek yanlışmış, o zaman işte mesela, hıyar kesip yemek de yanlış olmuyor mu, yani?", türünden, açıkgöz bir sıçramayla ahkam kesmenin hiç bir manası olmuyor; çünkü, olmuş hıyarı dalından kopartıp yemezseniz, onun kaostan fazladan düzenlilik oluşturmasına destek veriyor olmuyorsunuz ki; o, olduktan sonra, dalında dursun durmasın, zaten çürümeye geçiyor.
Bir iki örnekle somutlaştırmaya çalıştığımız böylesi bir öğretiye, milyarlarca yıllık, kaç aşamalı görkem üstüne görkem sergileyen oluşumları, bir bir tarayarak, taa kozmik bilnçten hareketle ulaşmamız, hoş değil mi?
Kozmik bilinç, kendinin farkında olmayabilir. Ama ne göz kamaştırıcı ki, onun can verdiği insan bilinci, kozmik bilincin, bilincinde olabiliyor!..
Bu, kozmik bilincin, bizi var etmenin ötesinde, bizimle beraber daha bir yücelmesi demek, yerinde olur sanırım.
Şaşılacak görkemde bir gelişme!..
Mesele her halde, bu olguyu idrak edip, birbirimize dönük, ya da çevre, canlılar ve nebatata dönük, yeryüzündeki her davranışımızla ona omuz vermeye geliyor.
Mutluluğumuzun mekanizması burada bulunuyor.
YAZIYA KAYNAK OLAN KİMİ ÇALIŞMALARLA SAİR ETKİNLİKLER
1. S. Emek, A. Künar ve Diğerleri, "Enerji, Ne Kadar, Ne İçin!", Ağaçkakan, Sayı 21/22, Eylül-Ekim 1994.
2. T. Yarman, "Geçmişte ve Bugün Nükler Enerji Tartışması", Ağaçkakan, Sayı 17/18, Mayıs-Haziran 1994; Kitap, Esin Yayınevi, 1995.
3. T. Yarman, "Ya Dünyayı Yaşatacağız, Ya da Birlikte Mahvolacağız!", Sosyal Demokrat (Dergi), Haziran 1990.
4. T. Yarman, "Çevreyi Mahvetmeden Yaşamak Olanaklıdır - Enerji, Nüfus ve Çevre", Sosyal Demokrat (Gazete),15 Ağustos 1990.
5. T. Yarman, "Demokratik Kirlenme", Cumhuriyet, 10 Temmuz 1990.
6. T. Yarman, "İnsan Kendi Özü Kaosa Geri mi Dönüyor?", Cumhuriyet Bilim Teknik, 29 Aralık 1990.
7. T. Yarman, "Temel Parçacıklardan, Canlıya, Düşünceye, Duyguya, Maddenin Halleri", Cumhuriyet Bilim Teknik, 29 Haziran 1991.
8. T. Yarman, "Çevre Kirliliği Kaçınılmazlık Değildir!", Cumhuriyet Bilim Teknik, 11 Ocak 1992.
9. T. Yarman, "Uzaysal Düzen, İyilik, Kötülük", Cumhuriyet Bilim Teknik, 29 Şubat 1992.
10. T. Yarman, "Akıl, Evren Bilincinin Gerisindedir!", Cumhuriyet BilimTeknik, 20 Haziran 1992.
11. T. Yarman, "Türler Arasındaki Acımasız Savaş ve Uzaydaki Yalnızlığımız", Cumhuriyet Bilim Teknik, 18 Temmuz 1992.
12. T. Yarman, "Kozmik Açıdan İlericilik, Gericilik", Cumhuriyet Bilim Teknik, 12 Ocak 1993.
13. N. Kas, "21. Yüzyılın İdeolojileri (T. Yarman)", Günaydın, 4 Haziran 1993.
14. T. Yarman, "CHP Açılırken Solda İnsan Hareketleri" (Kitap), AFA Matbaacılık, Eylül 1992.
15. T. Yarman, "Sosyal Demokrasi Açısından Teknoloji, Enerji ve Çevre", Çağrılı Araştırma, TÜSES (Türkiye Sosyal, Siyasal ve Ekenomik Araştırma Vakfı), 1993.
16. T. Yarman, "Doğa Kaostan Düzen Yaratıyor, Ne ki Bilinç Kazanmış Düzen İntihar Edebiliyor!..", Uluslararası Çevre Sorunları Sempozyumu, İstanbul Marmara Rotary Kulübü, Atatürk Kültür Merkezi, İstanbul, 22-24 Mayıs 1991.
17. C. Ertuğ, M. Sözen, A. Öymen, T. Yarman, Z. Karagülle, T. Danış, "Yeşil Yaklaşım Tartışması" (Panel), Yeşiller Partisi, Mülkiyeliler Birliği, 31 Ocak 1993.
18. T. Yarman, "İnsan, Doğa ve Enerji - Yaşamla Uyumlu Seçenekler" (Konuşma), Doğal Hayatı Koruma Derneği, 4 Mart 1993, Ulus, İstanbul.
19. Z. Üskül, L. Onaran, S. Emek. Ü. Erdoğan, T. Yarman, "Nükleer Enerji ve Nükleer Santraller" (Panel), Kültürel ve Doğal Yaşamı Koruma Derneği, 27 Mart 1993, Silifke, İçel.
20. F. Touz, A. Müezzinoğlu, S. Kınacı, Ü. Erdoğan, B. Gürkan, "Termik Santraller, Çevre Sorunları ve Alternatif Enerji Kaynakları" (Panel), Milas Belediyesi, 17 Nisan 1993, Muğla.
21. B. Ertuğrul, L. Onaran, K. Anadol, Ü. Erdoğan, T. Yarman, "Çevre Sorunları" (Panel), Yatağan Belediyesi, 18 Nisan 1993, Muğla.
22. T. Yarman, "Geçmişte ve Bugün Nükleer Enerji Tartışması" (Konuşma), Bandırma Belediyesi, 16 Ocak 1994.
23. T. Yarman, "Nükleer Enerji ve Çevre" (Konuşma), İçel Sanat Kulübü, 14 Nisan 1994.
24. A. Z. Taciroğlu, M. Baş, T. B. Kafaoğlu, Z. Üskül, T. Yarman, "Çevre Sorunları ve Yerel Yönetim İnisiyatifi" (Panel), "Dünya'da ve Türkiye'de Yeni Eğilimler", 19. İktisatçılar Haftası, İktisat Mezunları Cemiyeti, 23 Nisan 1994, Sheraton Oteli, İstanbul.
25. T. Yarman, "Enerji: Politikalar, Klasik Kaynaklar, Alışılmamış Enerji Kaynakları ve Nükleer Enerji, Sürdürülebilir Kalkınma ve Çevre" (Konuşma), İ. Ü. Mühendislik Fakültesi, Elektrik-Elektronik Mühendisliği Bölümü, "IEEE Power Engineering Society Chapter in Turkey Section" , 21 - 28 Aralık 1994.
26. S. Küçük, Ü. Erdoğan, K. Göçer, Ö. Saygın, T. S. Uyar, M. Tırıs, T. Yarman, "Geleceğe Yönelik Enerji Politikaları ve Alternatif Enerji Poltikaları" (Panel), "Enerji Tartışmaları, TMMOB KMO, Yapı Endüstri Merkezi, Harbiye, 28 Ocak 1995.
27. T. Yarman, “Kozmik Bir İnanç Sistemi, Ağaçkakan, Mayıs-Haziran 1996, Sayı 3 (29).
28. T. Yarman, “Un Systeme de Croyance Cosmique” (Kitap) (Yayın sürecinde).
Son Yorumlar