« CHP: ŞİMDİ NE OLACAK? | CHP Açılırken Solda İnsan Hareketleri » |
CHP Kurultayı "Dün Dündür, Bugün Bugündür ise Hiç Mesele Yok"
Yazılar, Siyasi İçerikli Yazılar
CHP Kurultayı "Dün Dündür, Bugün Bugündür ise Hiç Mesele Yok" |
|
CHP KURULTAYI: “DÜN DÜNDÜR, BUGÜN BUGÜNDÜR” |
...
“Doğrular” ile “demokratik siyasetin”, özellikle “ilerici siyasetin” inşa edilmesi gerektiğine inananlardanım. Özellikle, “ilerici siyasetin” yalanlarla, sanallıklarla, gerçekleri istenilen biçimde burkmayı meslek edinmiş profesyonel ama içeriksiz, sözüm ona “sol” yaklaşımlarla inşa edilmemesine baş koyanlardanım. Ne ki, şimdiye kadar bu konuda, çoğunlukla yanıldım. Olsun ve lütfen kimse alınmasın, şimdi de “doğru” bildiklerimi söyleme sorumluluğunu duyuyorum.
Birincisi şu:
“Genel Başkan’ın önemi yokmuş”! “Genel Başkan değil, güven aranıyormuş”; “genel başkanın kim olacağı önemli değilmiş, parti “tüzük partisi”, “program partisi” olmalıymış”! “Güven” önemli değil mi, tabii önemli; “program”, “tüzük”, “örgüt” önemli değil mi, tabii çok önemli; ama kimse kendini kandırmasın; başkalarına, “istenirse beş adım geride dururum, istenirse iki adım öne çıkarım” diyerek şirin görünmeye de çalışmasın; “genel başkanın kim olacağı”, en az öteki öğeler kadar önemlidir. Önemsizse ne uğraşıyorsunuz, koyun isimlerinizi bir torbaya, çekin, kim çıkarsa o olsun genel başkan, değil mi! Kimse, “Mustafa Kemalsiz bir Kurtuluş Savaşı düşünmez” yönündeki kuramlara, prim vermesin. Bakın kardeş parti DSP’ye; genel başkan önemli mi değil mi, anlarsınız. “Şartlar önderi belirlermiş”! Evet ama, “şartlarsız önderi düşünmek” de, “öndersiz şartları düşünmek” de, abestir.
İkincisi şu:
Daha evveli gün DSP’ye gidip, orada (saygıyla algıladık), “umut” kovalayanlar, basında, televizyonlarda “umudun adresini” haykıranlar (bunu da saygıyla algıladık), ne ki o sebepten bu sebepten, DSP’de aradığını bulamayanlar (bunu dahi saygıyla algıladık), hele oradan, listelere konmadıkları için döneneler (keşke listelere konalar ve seçilelerdi, bunu muhakkak saygı, hatta sevinçle algılardık, o başka ama), şimdi seçilmiş olsalardı, dönüp, tarihinde ilk kez böylesi tökezleyen CHP’ye el mi vereceklerdi ki, şimdi onu, kurtarmaya talip oluyorlar?
Üçüncüsü şu:
CHP’nin oylarının nereye gittiği belliymiş; DSP’ye gitmişmiş; dolayısıyla “kaçak” belliymiş; oylar oradan tekrar CHP’ye döndürülürse mesele bitermiş. Hayret! Hiç öyle değil. Oyların bir kısmı evet, belli, DSP’ye gitti. Ama o kadar mı? Başta Refah (evet Refah), hem de 1991’den başlayarak, daha nerelere gitmedi ki? Ama tutun ki oylar tümden DSP’ye gitti; allah için siz hangi düdüğü, nasıl çalacaksınız da, şu giden oylar hemencecik geri gelecek olsun? Oylar, şöyle bir gezintiye mi gitti de, yarın “hop” diye geri geliversin? Bu sorulara cevap gerekmez mi? Böylesi sakat bir yaklaşımla CHP’yi kurtarmaya lütfen talip olmayın. Birikimlere, güzelim duygulara, güzel kişiliklere dönük takdir hislerimle söylüyorum, içerde, dışarda, dolaştığınızla kaldığınız gibi, CHP’nin başında da hüsrana uğrarsınız.
Dördüncüsü şu:
Ey birbirinden değerli genel başkan adayları, biricik arkadaşlarım, sevgili kardeşlerim, değerli dostlarım, siz bugünleri görebildiniz mi? Hiç sanmıyorum ya, eğer sahiden görebildiyseniz, neden çıkıp uyarı görevinizi “efendi” gibi, yerine getirmediniz? Bırakalım evveliyatını bir tarafa, neden çıkıp seçim öncesi son kurultayda, “genel başkana üç yüz tane boş oy çıktı” diye şişindiniz de, orada, koskoca İstanbul İl Kongresi zaferinizi “piç” etmek pahasına, yiğitçe, yüreklilikle, doğru düzgün tezlerle aday olamadınız. Korktunuz, evet korktunuz, bu doğru! Seçilemeyecek olmaktan da korktunuz, ama asıl, genel başkanlık üzerinizde kalsa, partiyi seçimlere taşıyamayacak olmaktan korktunuz. Kabul edin, bu da doğru. Keşke yanılsam ama eğer birazcık böyleyse, siz lütfen genel başkanlığa, partiyi kurtarmaya, büyük ve tarihi sorumluluklara soyunmayın. Çünkü sergilediğiniz, başka birçok başarıya yatkın olabilecek saygıdeğer hamur, kalbinizden geçirdiğiniz misyonu başarmanıza olanak bahşetmez.
Beşincisi şu:
Siz, eğer CHP, barajın üstüne çıkıp, Meclis’e girebileydi, bugün meydanı bu kadar boş bulmuşcasına, buna karşın, örgütlere kulak kabartırsanız algılayacaksınız, neredeyse “batan geminin tahlisiye sandallarına tamah etme izlenimini”, ne yazık ve kuşkusuz ayrı ayrı hepiniz adına çok haksız ki, ama şu da hazin gerçek, çağrıştırmanın pençesinde), genel başkanlığa, yine aday olabilecek miydiniz? Hiç sanmıyorum. Eğer böyleyse, lütfen şimdi de aday olmayın. Çünkü “tarih yazmak”, bağışlayın, bir “fırsat kollama ve yakalama” işi değildir. Bunca toz dumanı, uzaktan şöyle bir gören, sanki kurultay değil, hükumet kurma çalışmaları yapılıyor zannedecek!
Altıncısı şu:
Şimdi “anlaşılır”, çok kimse gibi, benim de “haklı” bulduğum gerekçelerle, parti yönetimini eleştiriyorsunuz. Kabul, ama içinizde, çizgisini hiç değiştirmemiş kim var? Bu parti yönetimiyle; o aşamada bu aşamada, o sebeple bu sebeple, o hesapla bu hesapla, şu kadar bu kadar, kol kola girmemiş, can cana olmamış, isteyerek istemeden, “kader birliği” yapmamış kim var? Yapı üç aşağı beş yukarı, aynı yapı; çoğunuz, bunu görmediniz de mi, onunla, sarmaş dolaş oldunuz; madem, ayrıca daha önceleri karşıtlıklar sergilemiş olmanız pahasına, onunla sarmaş dolaş oldunuz, sonradan neden, ayrı düşüyorsunuz? Yapı “bozuk”, pekiyi, bu sebeple de onunla ayrı düşecektiniz, madem öyle, bunu neden, hem de sergilediğiniz bir o yana bir bu yana, onca zikzağa rağmen, göremiyorsunuz? Böyle bir öngörü melekesiyle siz yarın, önünüzü nasıl görebileceksiniz?
Yedincisi şu:
Hanginizin 1980’lerin sonlarından bugünlere dönük bir sezisi, bir kaygısı, vardı? Hanginiz (SHP’nin “üçüncülük” sırasına düştüğü) 1991 yenilgisini bekliyordunuz? Beklemiyordunuz. Sonraki “gerilemeleri” de pek beklemiyordunuz. Ama bakın, hanginiz, olaylar yaşandıktan sonra olsun, partide yaşananları (birbirlerine kıyasıya girmiş taraflar arasında “yer değiştirenlerinizi” görmezden gelerek söylüyorum), “hizip” diyerek hışımla kestirip atmanın, geçiştirmenin ötesinde, bir “çözümleme” geliştirebildiniz ki, örgütlerde yaşanan “etnik”, “mezhepsel”, “yöresel” oluşumların üstesinden bir çırpıda gelebilecek ve yeniden yapılanmanın önünü açabileceksiniz? Hanginizin SHP’de (hemen tüm Türkiye’de benzer şablonlarla gelişen) ilçe kongrelerindeki, il kongrelerindeki ayrışmaların, nasıl olduğuna dair bir tezi, bir çözümlemesi var? Hanginizin “CHP’nin 1992’de yeniden açılması sonucu, kim CHP’ye gitti, kim SHP’de kaldı”, sorularına dönük bir tahlili var? Hanginizin, “Ecevit” demeden, “DSP olgusuna” dair bir çözümlemesi var? Bütün şu oluşumlar, “hizipten”, “Ecevit faktöründen” mi ibaret? Bunların ötesinde sosyolojik, bize özgü, “sanayileşme”, “kentleşme” ve “insan hareketlerine” raptolmuş hiç mi bir faktör rol oynamıyor? Hiç düşündünüz mü, hangi seçmen niye, hangi partiye oy veriyor? Kimdi bu SHP? Kim bu CHP? Bunların Türkiye’nin siyasi yapılanmasındaki yerleri nasıl belirleniyor? Parti içindeki sorunlar nereden kök alıyordu ve hala alıyor? Minnacık bir örnek olarak belirteyim; Ankara – İstanbul istikametinde (İstanbul’a doğru) yol alınırken, E-5 Karayolu, “SHP örgütlerinin içinden geçiyormuş” gibiydi (hala bir miktar, şimdilerde CHP için öyle); Tuzla, Pendik, Kartal ilçelerimizde, E-5 Karayolu’nun “deniz” tarafında oturan, yani önemli ölçüde yerleşikleşmiş olan, SHP’liler (o zamanki Genel Sekreter) Sayın Baykal’ın etrafında kümeleniyorlardı; bu ilçelerde E-5 Karayolu’nun öteki tarafında, sonradan geldikleri için ancak “tepelerde” yer bulmuş olup, kente tutunmaya çabalayan SHP’liler ise (o zamanki) Genel Başkan Sayın İnönü’nün etrafında kümelenip, yaşam mücadelelerinde, dolayısıyla da siyasi mücadelelerinde, birincilerle ayrışıyor ve çatışıyorlardı. Benzer durum, İstanbul’un hemen her ilçesinde olduğu gibi, İzmir’de, Antalya’da, İçel’de, Adana’da, İskenderun’da, hemen bütün kıyı koridorumuzda, o arada tabiatıyla Kocaeli, Ankara gibi büyük kentlerimizde geçerliydi. Çoğunun “hizip” diyip geçiştirdiği parti içi huzursuzluklar, çalkantılar, ayrışmalar neticede alaboralar buralardan kökler alıyordu ve sizler bunun farkında değildiniz! Bu durumda, CHP’ye nasıl genel başkanlık yapacaksınız?
Sekizincisi şu:
Evet; lütfen içtenliğime ve ayrı ayrı herbirinize dönük sevgime, birikimlerinize, siyesete emeğinize, katkılarınıza dönük saygıma güvenin; siz bu sorulara cevap veremiyorsunuz da, bazılarınızın zaman zaman yanında, zaman zaman karşısında olduğu genel merkez yömetimi mi cevap verebiliyor? Hiç sanmıyorum, hayır! Şurası bir vakıa ki, genel merkez yönetimi, kendi referansında belki elinden geleni yapmış olsa da, partinin tümünü kucaklayıcı olamadı; tarihteki köklerini de, toplumun özlemlerini de, bu özlemleri partinin gerçekleştirmesine omuz verecek kitleleri ve kuruluşları bünyesinde sarmaştıra misyonunu da, tam yakalayamadı; yer yer güvenirliriğine gölge düşürdü; “Öcalan’ın yakalanması” gibi gıyabında gerçekleşen gelişmelerden “siyasi prim” anlamında, zarar görmedi değil ama, son toplamda basiretli bir siyaset çizgisi sergileyemediği imajını yansıttı. Başta Genel Başkan Baykal, Genel Merkez yönetiminin bu durumda tarihi, samimi bir özeleştiri vermesi ve bunun gereğini yerine getirmesi pek tabii zorunludur.
*
Benim bu “acele kurultaya” ve tüm ilgililere önerim şudur:
“Miras kavgası görüntüsünden” bir an önce çıkın! Böyle gidilirse, ağızdan yel alsın, ne parti kalır, ne de miras! Lütfen, düşünün, anlamaya çalışın! Tasfiyeci olmayın.
Değerli Genel Merkez Yönetimi:
Yanlışlarınızı görün. Bunlara sebebiyet veren arkadaşlarınızı dinlenmeye davet edin. Lütfen “emanetçi genel başkan modeli” üzerinde durmayın. Genel başkan adayınızın tüm partiyi kucaklamasına muhakkak önem verin.
Değerli Muhalefet Grubu:
Genel Başkan adayınızın, Sayın Baykal’ı şampiyonları sayan binlerce paritili ve herşeye karşın şu kadar milyon parti seçmenini kucakalyabilecek bir kişilikte olmasını en öndeki bir ölçütünüz sayın.
Değerli Taraflar, Değerli Partililer:
Genel Başkan, bir tarafın piri, öbür tarafın ya da tarafların, istenmeyen adamı olmasın. Adı üzerinde, “genel başkan”, parti genel kamuoyunun başkanıdır. Genel Başkan, partinin yeniden yapılanmasının, tabii partililerle beraber ama, “baş mimarı“ olacaktır, bunu unutmayın.
Değerli Delegeler:
Sizi bir tarihi görev bekliyor. Ya tarihi yazacaksınız, ya da unutulup gideceksiniz. Görevinizi bilinçle yapacağınıza, milyonlar güvenmek istiyor. “Romantik” değiliz, ama “sizin gerçekçi olacağınıza dair bir romantizmimiz” var. Sizi “tarih sahnesinin” yüceltmesini diliyoruz. Yükünüz ağır; yolunuz açık olsun!
Son Yorumlar