« DOĞU SORUNUNA KALICI BİR ÇÖZÜM GETİRİLMELİDİR... | SOSYAL DEMOKRAT DERGİSİ'NİN SORULARINA CEVAPLAR » |
ÇOK KATMANLI, KAOTİK GÖÇER, YERLEŞİK AYRIŞMASI
Yazılar, Siyasi İçerikli Yazılar
ÇOK KATMANLI, KAOTİK GÖÇER, YERLEŞİK AYRIŞMASI |
...
Örneğin büyük kentlerdeki SHP örgütlerinde çoğunlukla Karadenizliler’le Doğulular, ayrışmaktalardı.
Büyük kentlere önden gelmiş Doğulular’la, sonradan gelen Doğulular, çok benzer şekilde, ayrışıyorlardı.
Kıyı kentlerimizdeki merkez ilçelerle dolay ilçeler üst bir boyutta, ayrışmaktalardı.
Kabaca, SHP örgütlerinde nispeten “yerleşik” partililerle, göç uzantısında kentlere tutunmaya çalışan, buralarda yaşam geliştirmeyi özleyen “daha az yerleşik” partililer, birbirlerine yabancılaşıyor, kendi aralarında sürtüşüyor, kavga ediyorlardı.
Bütün bunlar güzel, saygın fakat yeterince kapsamlı olmayan “soyut söylemimizin” skopunda yer almıyor; partiyi amansızca tırmalıyor, helak ediyordu.
*Aralık 1992, Sosyal Demokrat Dergi
Hizip
Cumhuriyet Halk Partisi’nde 1980 öncesinde, Sayın Baykal’la Sayın Topuz’un ayrışmalarının kökeninde, hiçbir Sosyo-politik olgu yatmamakta mıydı acaba?
SHP içinde Sayın İnönü’yle Sayın Baykal’ın ayrışmalarında “hizip” açıklamasından başka hiçbir motif, araştırılmaya değer değil miydi?
Gerek parti içi iktidardaki, gerekse de yerel yönetimlerimizdeki birçok olumsuz örnek itibariyle dikkatlere, şu hususlar da takılmaktaydı:
o Parti içi demokrasinin uygulanmadığından yakınanlar (öznel olarak kimseyi kastetmiyorum), parti-içi iktidar olduklarında, bozuklukları sistemli şekilde giderecekleri yerde, tıpkı kendilerinden öncekilerin yaptığı gibi, o bozukluklardan, demokratlığa ve kendi ifade ettikleri özlemlere yakışmayacak tarzda yararlanma yolunu, seçiyorlardı. Yani parti-içi muhalefette iken, haklı olarak eleştirdiklerinden, beter bir olumsuzluğa sıkışıyorlardı.
o Benzer görüntüyü, yerel yönetim kademelerinde, çok güzel şeyler yapılmaya çalışılmış ve bir kısım başarılar sergilenmiş olsa da, izlemekteydik. Birçok durumda düzenin bozuklukları; sol siyasete ve söylemimize yaraşır şekilde sistemleştirilmek yerine, bireysel, kötüsü gayrımeşru çıkar konusu yapılabilmekteydi.
o Aynı sıkıntı, geniş iktidar boyutlarında da tabii ki, başımızdaydı.
Burada bir “yergi” dile getiriyor değilim. Tersine olup bitenlerin birer sosyo-politik olgu olarak algılanması ve incelenmesi gereğini, işaret etmek istiyorum.
Dikkate getirdiğim onca gelişme nereden kaynaklanmaktaydı, anlamanız gerekmez mi?
Sağ duyulu partili; bir sosyal bilimci, bir siyasal bilimci, bir akademisyen değildir ki... O çakı gibi sezgisiyle algılar ve kestirmeden ifade eder;
- Yerel yönetimler bizi bitirdi!..
Bu ne ölçüde doğruysa; örneğin yerel yönetimlerin partiyi nasıl olup da hırpaladığı; partili ideologların, bizlerin ele almamız gereken bir konudur.
Daha önce de zikrettim.. Çok değer verdiğim bir sosyolog arkadaşımla, 20 Ekim 1991 Genel Seçimi sonrası, konuşuyorduk. Ona göre “Parti, genel seçimi, yerel yönetimlerde başarısız olduğu için kaybetmişti”. “İyi ama”, dedim. “Parti yerel yönetimlerde neden başarısız oldu?”
- Yerel yönetimlerde beceriksiziz de ondan, deyiverdi.
Mesele onun zihninde, bir ölçüde çözülmüştü. Yerel yönetimlerde beceriksiz olduğumuz için başarısızdık. Başarısız olduğumuz için de 20 Ekim 1991 Genel Seçimi’ni, kaybetmiştik. Bu kadardı.
Ben meseleyi biraz daha derinden kavramamız gerektiğini düşünüyordum. Acaba neden beceriksizdik?
Böyle bir soru yok muydu?
Nasıl olup da beceri geliştiremiyor, yahut partideki beceri birikimini kullanamıyorduk?
Bu sorular kanımca yukarıdan beri dikkate getirdiğim çerçeve içerisindeki çok temel sorulardı. Bunların yanıtlarını ise, temelden hiç kavrayamıyorduk.
Çok Katmanlı, Kaotik, Yarım Yamalak Bir Sınıfsal Çatışma
SHP örgütlerinde ve genelde ülkemizde “insan hareketlerine” yakından eğilince, onları tahlilde ve yönlendirmede dehşetli bir acz yaşadığımızı gördüm. Özellikle SHP bu sebepten, “sosyal zeminini” ve “referansını” önemli ölçüde yitirmekteydi.
Yaşadığımız olayları derinden çözümleyebilmek için, klasik söylemimizden farklı bakış açıları geliştirmek gereğini duyumsadım.
Bir “sınıfsal çatışma” yaşıyorduk. Ama bu çatışma çok yerde Marksist analizin öngördüğünden, hayli farklıydı.
“Marksist analiz”, kabaca ifade edersek toplumsal “sınıflar”, özellikle “emek” ve “sermaye” arasındaki çatışmayı çözümler ve irdeler. Sosyal Demokrat Partiler böyle bir analizden çok yararlanmışlardır. Böyle bir açıdan, Batı’daki Sosyal Demokrat Partiler, “genelde” Marksist kökenlidirler.
Sanayileşen her toplumda “emek” ve “sermaye” çatışması itibariyle, Marksist analizin skopuna aldığı motifler, belirginleşir.
Bizde de bir ölçüde böyledir. Şu var ki, Marksist analizin skopuna girmeyen birçok özgün gelişmeyi, ülkemizde yaşamakta olduğumuzu vurgulamak istemekteyim. Bunu önceki çalışmalarımda ve yazılarımda bir ölçüde berraklaştırmaya gayret ettim (1,2).
Burada şu kadarını ifade edeyim ki, Marksist analiz, ortada “belli sınıfların” bulunmaklığını, içeriyor.
Belli belirsiz sınıflar, birbirlerine yakın sosyal katmanlar arasında sürtüşme, ayrışım ve olacaksa katmansal kavga nasıl oluşuyor; bu, ayrıca ve derinlemesine incelemeyi gerektiren bize çok özgü bir konu olarak karşımıza çıkıveriyor.
Şahsen görebildiğim kadarıyla, böyle bir konuya, düşünürlerimiz ve siyasilerimiz pek zihin yormuş değiller. Olaya daha ziyade, klasik, saygın, ama ülkemizde bütünü yakalayamayan şablonlarla bakıyorlar. Gerçekleri, onun için ayrıntısıyla görmekten, çoğunlukla yoksun kalıyor.
“Sınıfsal çatışma olgusu” kadar, “sınıfların nasıl oluştuğu” önem taşıyor.
Sınıflar bir çırpıda olmuyor ki... Sınıflar oluşmuşsa; diyelim ki, aralarındaki çatışmanın nasıl olduğunu, tarihsel bağlamda iyi kötü anlıyoruz. Ama ne emeğe ne de sermayeye pek benzemeyen sınıflar, ayrı ayrı oluşurken, kendi aralarında çatışmıyorlar mı? Başka bir deyişle “yarım yamalak” oluşmuş “toplumsal katmanlar”ın içten içten boy veren bir sürtüşme süreci olmayacak mı?
İşte bu konuya, pek bakılmadığını, zannediyorum.
Hem sonra bence çok önemli, bağıl bir konu daha var: “Sınıflar, özellikle emek ve sermaye sınıfları, her toplumda aynı biçimde oluşmuyor”.
“Toplumsal dinamikler” konusunda temel bir eğitimden geçmedim, ama biliyorsunuz, öncesini saymazsak yirmibeş yıllık meslek yaşamımın hemen her dakikasını, gerek sonsuz küçük atomistik boyutlardaki gerekse de sonsuz büyük galaktik boyutlardaki dinamikleri düşünmekle geçti.
Böyle bir bağlamda, toplumsal dinamiklere de çok ilgi duyuyorum.
Nasıl ki bizler ana rahminde bir embriyon (cenin) olarak gelişmeye koyulup, süreç sonunda doğuyorsak; bunun gibi toplumda sınıflar da, “toplumsal dinamikler” sürecinde tohumlanıp gelişiyor ve ortaya çıkıyorlar. Toplumsal sınıflar ya da katmanlar arasında yalnızca oluşum sonrasında değil, daha bunlar gelişmektelerken de etkileşmeler, doğallıkla meydana geliyor.
Önceki bir çalışmamda ülkemizde özellikle Doğu’dan büyük kentlerimize vuran göç dalgaları uzantısında, buralarda merkezden dolaya doğru kademe kademe, karman çorman “kaotik” bir nevi “sınıfsal çatışmanın” yaşanmakta olduğuna, gözlemlerim çerçevesinde dikkat çektiydim (3-4).
Emek-sermaye tasnifi, önemli bir ölçüde geçerli olmakla beraber; karşı karşıya olduğumuz “kaotik sınıfsal çatışmayı” tahlilde, hayli yetersiz görünüyordu. Çünkü az önce de dediğim gibi, bir emek-sermaye gruplaşması yanısıra, belki böyle bir evre öncesi çeşitli yetişkinlikteki birçok toplumsal oluşum, aynı bir mekanda, kabuk kabuk, ayrı ayrı hüküm icra etmekteydi.
İşte, bizde sanayileşme kentleşmenin yegane motoru değildi. Sanayi, kentlere vuran göç sellerini tam istihdam edemeyip, göçerlerin önemli bir kısmını sokakta bırakınca, Batı’dakinden hayli farklı ve gayet özgün yığmaca yapılanmalar ve bağıl siyasi ayrışmalar yaşamaktaydık.
Ülkemizde global bir emek-sermaye ayrışması yanı sıra; birçok “ön” ya da “ara” katmanın usul usul gelişen siyasi ayrışmasında; özellikle büyük kentlerdeki “göçerlerin yerleşiklik kategorilerinin” temel bir dinamik olarak çalışmaya başladığını, görmemiz gerekmekteydi.
Bir defa partilerin ayrışmasında söz konusu faktör, bir bakıma, zaten çalışıyordu.
Esas konumuz açısından, SHP içinde bu faktör, müthiş belirleyiciydi. Büyük kentlerdeki, SHP örgütlerinde Karadenizliler’le, Doğulular, bundan dolayı ayrışıyorlardı; Eski Doğulular’la yeni Doğulular da, bundan dolayı ayrışıyorlardı.
“Söz konusu ayrışmada etnik mezhepsel, v.b. özellikler hiç rol oynamıyor”, demek istiyor değilim. Nedir ki, görebildiğim kadarıyla, ayrışmada asıl belirleyici olan, “kentleşmedeki yerleşiklik kategorileri”. Bu hususun altını çizmek isterim.
İşte böyle bir çerçevede, algılayabildiğim kadarıyla eski CHP’de Topuz hizbi olarak bilinen gruplaşma, o zamanlar özellikle büyük kentlerdeki, giderek yerleşikleşmede bulunan Karadenizli göçer dinamiklerin hareketidir.
O sıralardaki Baykal hizbi olarak bilinen gruplaşmaysa, ilginçtir, esas olarak büyük kentlerde tutunmaya çalışan Doğulu göçer -kuvvetle tahmin ederim kidinamiklerin üzerine oturmaktadır. Demek daha o zamanlar, tam tahlil edilmese de, büyük kentlerde Karadenizliler’le Doğulular hafiften bir hinterland kavgasına tutuşmuşlar.
Büyük kentlerdeki göçer dinamikler Anadolu’daki kökleriyle bağlantılı olduklarından, bu dinamiklerin yönelişlerinin, ülke siyasetinde, ayrıca fevkalade belirleyici olduğu, bu arada kaydedilebilir.
Karadenizliler’le Doğulular’ın, örneğin SHP’deki ayrışması, 20 Ekim 1991 Genel Seçimi’nde bir nevi, Karadeniz Bölgemiz’le Doğu ve Güneydoğu Bölgelerimiz’in siyasi ayrışması sonucunu, ilginç şekilde doğurmuştur. SHP, Doğu’da ve Güneydoğu’da yer yer üçte ikileri bulan oy oranlarını yakalayabilirken, Karadeniz’den tek bir Milletvekili çıkaramamıştır.
SHP içinde İnönü-Baykal kapışmasının, nihayet basit bir “hizip” olayı olarak tahlil edilmesi, son derece yavan, naif, düşünce tembelliği ve koşullanmasındaki bir yaklaşımı ifade eder.
Nükteyle söyleyeyim. Dinleri, peygamberlerin kişisel hırslarıyla açıklayamazsınız. “Yaptırım motoru” olarak her peygamber, “peygamber olma hırsı” taşır. Şu var ki peygamberin peygamberliğinin tescili için, hırstan, çok başka gelişmelere, ihtiyaç vardır. Peşine onca insanı takmış bir önder, tahlil edilirken, o zaman, önderin hırsı geçilip, onun peşindeki insanlara bir göz atılmasında, “yarar” vardır!..
İlerici-Göçer-Dinamiklerle İlerici-Yerleşik-Dinamiklerin Kapışması: SHP-CHP
SHP’ye dönersek.. Olay benim deyimlerimle, “ilerici-göçer-dinamiklerle”, “ilerici-yerleşik-dinamiklerin” kavgası ve sonuçta birbirlerinden kopmasıdır.
Burada “ilerici” deyimiyle ne kastettiğimi birçok konuşmada, yazımda açıkladığım hatırlarda olabilecektir (3). Bu noktaya, ayrıca geleceğim.
Esas şunu belirteyim.. SHP’de Sayın Baykal’ın Genel Sekreter olduğu dönemde de, sonrasında da parti yönetimi bana göre partideki “insan hareketlerini” tahlil edememiştir. İlerici-yerleşik-dinamiklerle, ilerici-göçer-dinamikleri barıştırıp sarmaştırması gerekirken, onların sürtüşmesi ve kavgasının içinde tasfiyeci, taraf olmuştur. Bu da doğallıkla partiyi fena halde hırpalamış, sonunda da bölmüştür.
İstisnalar vardır.. Ama kabaca bakarsak “SHP’nin yerleşik dinamikleri” şimdi CHP’dedir, ya da oraya yönelmektedir. “SHP’nin kentlerdeki göçer dinamikleri” ise, bir bakıma “Giden gider, kalan sağlar bizimdir”, demektedir.
Karadenizliler’in tavrını bu arada, fevkalade ilginç bulduğumu belirtmeliyim. Kentlerdeki Karadenizli göçer dinamikler çoğunlukla, artık yerleşikleşmişlerdir. Bunlar, SHP örgütlerinde Doğulular’la ayrışmış olsalar bile, yine de eski göçer dinamiklerdir ve oralı Doğulular’la, rakip soydaşları SHP’li yerleşik dinamiklere karşı, ittifaklar geliştirmişlerdir. Son SHP Kurultayı hariç, Karadenizliler Sayın Baykal’a karşı çoğunlukla Sayın İnönü’yü desteklemişlerdir. Buysa “SHP’nin sosyal zeminin korunmasında” kanımca, “sağlıklı” bir gelişme olmuştur.
Şu var ki; kentlerdeki Karadenizliler’e “göçer” mi yoksa “yerleşik” mi belirlemek istersek; onlar, özellikle durmayan göç dalgaları karşısında göçer değil, çoktan “yerleşiktirler”. O nedenle de işte son SHP Kurultayı’nda, dikkate değer önderleriyle bu kez Sayın İnönü’ye karşı, Sayın Baykal’ı desteklemişler, CHP’nin yeniden kurulmasıyla ise, bu partiye geçmişlerdir.
Bütün bunlarıysa, iki senedir gördüğümü ve ilgili tüm arkadaşlarımı, kaygılar içinde uyardığımı, belirtmeden geçemeyeceğim.
Keşke yanılsaydım.
Bazı şeylerin anlaşılması zaman alıyor. Hele yeni kavramların tanımlanmasıyla ele alınmayı gerektiren olaylar, kitlelere çok gecikmeyle malolabiliyor.
Yine de memnunum ki SHP içindeki, genelde soldaki bölünmenin sebepleri artık eskiden olduğundan daha iyi anlaşılıyor. DSP oluşumunun dahi, Bülent Ecevit karizmasının ötesinde, dikkate getirmeğe çalıştığım derinliklerden, bu arada SHP’nin, göç patlamasından dolayı sarmalayamadığı “özlem taşmasından” kökler aldığı, gitgide daha iyi anlaşılıyor.
Birçok konuşmam ve yazım uzantısında olarak arkadaşlarımın, partililerin benim terimlerimle konuşmaya başlaması, doğrusu hoşuma gidiyor. Düşüncemize ve söylemimize katkı yapabilmekten dolayı, kıvanıyorum. Burada, bana çok şey öğreten SHP örgütlerine adlarını ayrı ayrı anmazsam beni bağışlayacaklarına inandığım değerli çalışma arkadaşlarıma, teşekkürlerimi içtenlikle yineliyorum.
Son bir noktayı, derginin geçen sayısında gündeme getirildiği için açıklayarak, yazıyı bitiriyorum (5).
İlericilik
Söz konusu nokta “ilerici-göçer-dinamikler” ya da “ilerici-yerleşik-dinamikler” dediğimiz zaman, “ilerici” sıfatıyla tam ne kastettiğime ilişkin noktadır.
Önce şunu ifade edeyim.. Benim tanımlamamda ne her göçer dinamik ilericidir, ne de her yerleşik dinamik ilericidir.
“İlericiliği”, burada tekrar, uzun uzun anlatmayacağım.. Sözcüğü, tam anlamıyla “evrensel” bir anlamda, “doğanın”, bunun da uzantısında hatta “insanlık tarihinin, kargaşadan düzenlilik üretme eğilimleriyle uyumlu bir tavır” olarak tanımladığım, hatırınızda olabilecektir (1).
Onun için “ilerici-bir-göçer-unsur”, “göçer” olması yanı sıra; daha özgür, daha üretici ve daha yaratıcı olmak üzere, “olumsuz statükoya” karşı, örgütlü bir siyasi tavır geliştirebiliyorsa, “ilerici” olarak anılmaya layıktır.
Bunun gibi, “ilerici-bir-yerleşik-unsur”, “yerleşik” olması yanı sıra; kendi gibi tüm insanların, o arada göçer dinamiklerin, daha özgür, daha üretici ve daha yaratıcı olmalarına olanak sağlamak üzere “olumsuz statükoya” karşı örgütlü bir siyasi tavır geliştirebiliyorsa, “ilerici” olarak anılmaya layıktır.
İster göçer ister yerleşik; düzenin bozukluklarını sistemli bir şekilde gidermeye yönelmek yerine, o bozukluklardan bireysel, hatta gayrımeşru çıkar sağlamak üzere yararlanmak için debelenen, hiçbir dinamik, ilerici değildir.
Bu hususun altını her fırsatta çiziyorum. Korkum o ki SHP “ilerici-göçer-dinamiklerle” düzenin bozukluklarından pay almaya yönelen, siyaseten ehliyetsiz ve eğitimsiz anaforları, birbirinden ayırmayı, gerçekten başaramamıştır.
SHP’nin göçer dinamikleri arasında da, yerleşik dinamikleri arasında da, “soysuzlaşanlar” vardır; Bunlar asla ilerici değillerdir ve partiden ayıklanmalıdırlar. Böyle demek de yetmez. Partinin özlenen amacı sağlamak üzere “parti içi eğitim”, “siyasi birikim değerlemesi” gibi, ölçüler vazederek kurumsallaşması, gerekmektedir.
Şu temel görüşümü de kaydedeyim:
Ülkemizde hiçbir hareket, tarihsel gelişmeleri günümüze izdüşürerek, “ilerici-göçer-dinamikleri” kucaklamaksızın “ilericilik” özelliğini edinemez.
Yalnız bunun gibi, hiçbir ilerici-göçer-dinamik de, ilerici-yerleşik-dinamiklerle akıllı, saygılı, dengeli, tılsımlı omuzdaşlıkları yakalamaksızın, siyasi olarak başarıya ulaşamaz; o zaman da dışlanır, ezilir, marjinalleşir.
Sıkıntılarımızın başlıca kökenleri, işte bunlar.
Bir dahaki yazıya, siyasi olarak, neler yapmamız gerektiğini yazacağım.
Dergiye, okura, o arada SHP örgütlerine güveniyorum.
KAYNAKLAR
1. T. Yarman, “Sosyal Demokrat Zemin Yeniden Tanımlanmalıdır”, Cumhuriyet, 28 Ocak 1992.
2. T. Yarman, “Sosyal Demokrasinin Türkiye’deki Çökmesi”, Sosyal Demokrat Gazete, 26 Şubat 1990.
3. T. Yarman, “CHP Açılırken, Solda İnsan Hareketleri”, AFA Matbaacılık, Eylül 1992.
4. T. Yarman, “Sosyal Demokraside Siyasi Ayrışmanın Kökenleri”, Sosyal Demokrat, Eylül-Ekim 1992.
5. A.Akar, “CHP Solda Üçüncü Parti mi Olacak?”, Sosyal Demokrat, Kasım 1992.
Son Yorumlar