« C. Ersümer'e Cevap 2 | KURULTAY KONUŞMASI » |
MUSTAFA KEMAL SİZİ GÖREVE ÇAĞIRIYOR!..
Yazılar, Siyasi İçerikli Yazılar
MUSTAFA KEMAL SİZİ GÖREVE ÇAĞIRIYOR!.. |
...
Hatırlayın...
Ey Türk gençliği!
...Bir gün, istiklâl ve cumhuriyeti müdafaa mecburiyetine düşersen, vazifeye atılmak için, içinde bulunacağın vaziyetin imkân ve şeraitini düşünmeyeceksin! Bu imkân ve şerait, çok nâmüsait2 bir mahiyette3 tezahür edebilir4. İstiklâl ve cumhuriyetine kasdedecek düşmanlar, bütün dünyada emsali5 görülmemiş bir galibiyetin mümessili6 olabilirler. Cebren7 ve hile ile aziz vatanın, bütün kaleleri zaptedilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir. Bütün bu şeraitten daha elîm8 ve daha vahim olmak üzere, memleketin dahilinde, iktidara sahip olanlar, gaflet9 ve dalâlet10 ve hattâ hiyanet11 içinde bulunabilirler. Hatta bu iktidar sahipleri şahsî menfaatlerini, müstevlilerin12 siyasî emelleriyle tevhit edebilirler13. Millet, fakr-u zaruret14 içinde harap ve bîtap15 düşmüş olabilir.
Ey Türk istikbalinin evlâdı! İşte, bu ahval ve şerait içinde dahi vazifen, Türk istiklâl ve cumhuriyetini kurtarmaktır! Muhtaç olduğun kudret, damarlarındaki asil kanda, mevcuttur!
Mustafa Kemal Atatürk - 1927
Kurtuluş Savaşımız’ın öncesinde bizi kıskıvrak bağlamış olduğundan mâdâ, Büyük Önder’in, bizi tekrar sarabileceği kaygısını haykırdığı şu cendereye, işte gün günden daha fazla sıkışıyoruz.
Bu durumda, Büyük Önder’in bize yüklediği görevi, Türkiye’ye ve dünyaya onun baktığı gibi bakmaya çalışarak, var gücümüzle omuzlamak zorundayız.
“Hakimiyet Kayıtsız Şartsız Milletindir”, ile “Yurtta Sulh, Cihanda Sulh” Düsturları, “Hakimiyet Kayıtsız Şartsız Büyük Dünya Ulusunundur” Demektir.
“Globalleşme”, ya da Türkçesi ile “Küreselleşme” adı altında, Bağımsızlığımız ve Cumhuriyetimiz, gıdım gıdım teslim alınıyor...
Tarımımız, hayvancılığımız göz göre göre geriliyor...
Türkiye, Avrupa Birliği’nin kapısında ninnilerle bekletiliyor, ama gümrük kapılarımız açılıyor... Birkaç milyar dolar için oraya buraya avuç açmaya daraldığımız bir süreçte... Altında, sözde ilericilerin imzaları bulunan Gümrük Birliği furyasından, tam on yıldır, her yıl ve her yıl, milyarlarca dolar, şimdilerde demek ki, toplamda yaklaşık yüz miyar dolar, ziyana sokuluyoruz... Biteviye, okyanus aşırı merkezlerde belirlenen senaryoların figüranı konumuna itiliyoruz...
Bölgede, emperyalizmin tetikçisi olma, bu değilse topraklarımızı, onların silâhlarına ve postallarına açma, küçülmüşlüğüne esir düşüyoruz.
Türkiye Cumhuriyeti, kuruluşunda dünyaya parmak ısırtıp, pırıl pırıl, saygın bir örnek olmuşken, nicedir kişiliksiz, silik, ezik, sünepe, bırakın çevresine ve dünyaya örnek olmayı bir yana, kolaylıkla buyruk altına alınabilir, bir resim veriyor.
Bunu kabul edemeyiz.
Başta CHP, bilhassa önderlik işlevindeki kuruluşlarımızı, takozlarından çözüp düzlüğe taşımalıyız.
Daha sonra, ülkemizi düzlüğe taşımalıyız; dünyaya, evvelce olduğu gibi “örnek” olmalıyız.
Dünyayı dönüştürecek ilericilerin arasındaki yerimizi almalıyız.
Büyük Önder Atatürk’ün öncülüğünde olarak, TBMM’in alnına, “Hakimiyet Kayıtsız Şartsız Milletindir” yazılmıştı.
Bu düstur, Büyük Önder’in “Yurtta Sulh, Cihanda Sulh” özlemiyle birleştirilince, ortaya “Hakimiyet Kayıtsız Şartsız Büyük Dünya Ulusunun’dur”, özlemi çıkar.
Hakimiyet kayıtsız şartsız, dünyanın orasında burasındaki ve bunların topraklarımızdaki uzantısı işlevindeki, “avuç içi” kadar “insansevmez zorbanın” değil, Büyük Dünya Ulusunun’dur.
Bizim için, “küreselleşme” budur. Bu düsturdan uzak düşecek, hatta bu düstura kilitlenmemiş olacak, her türlü ulusal ya da ulusalarası siyasi yaklaşımı ve açılımı, kendini ne denli ilerici ilân etmiş olursa olsun, yetersiz ve güdük buluruz; benliğimize yakıştıramayız.
“Hakimiyet Kayıtsız Şartsız Büyük Dünya Ulusunun’dur”; bu düstur, bizim dünyaya bakışımızı, bunun uzantısında bölgemize ve yurdumuza bakış açımızı biçimlendirmelidir.
Egemenlerin “Liberal Ekonomi” Söylemi, Palavradır. Onlar İçin
Esas Olan, “Örgütlü Haydutluktur”.
Bu çerçevede her türlü musibetin, başı boş bırakılmış artı değerden, başka bir deyişle zapt-ı rapt altına alınmış alın terinin, çaresizlik içinde, egemenlerin damla damla tasarruflarına akıttığı, üzerinde kamu denetimi olmayan, ya da yok sayılacak kadar az olan, “birikmelerden” kaynaklandığını, görmemiz yerinde olur.
Biz “girişim özgürlüğüne” ve “mülkiyet hakkına” alabildiğine saygılıyız.. “Sömürü özgürlüğüne” dönüşmemesi koşuluyla, “girişim özgürlüğünün” yanındayız.
Ne var ki, gerek 1973 ve 1979 petrol krizleri sürecinde, Batılı egemenlerin, fiatların yükselmesine dönük olarak açıkça sergiledikleri “külhanbeylik”, bunun da ötesinde acımasız savaş kundakçılığı, gerekse de son İrak müdahalesi sürecinde aynı egemenlerin ortaya koydukları yaklaşım ve davranış, göstermektedir ki, “liberal ekonomi”, “serbest piyasa”, keza “demokrasi” ve “özgürlükler” gibi, bizim özünde, çok bağlı olduğumuz erekler, bu egemelerin dilinde, dehşetli bir yalandır, palavradır...
Onlar için aslolan, “örgütlü haydutluktur”.
Bu olgunun bilincide olunmalı ve bu çerçevede dünyanın neresinde olurlarsa olsunlar, samimiyetsiz, ikircikli egemeler, lânetlenmelidir.
Bu bağlamda yakın zamanda bölgemizde, bilhassa İrak’ta yer alan olayları değerlendirmemiz yararlı olacaktır.
Saddam, Bir Felâketti... Ama Onu Yaratan Batılı Dr. Frankeştaynlar’ın Yanında, “Miniyatür Bir Felâket”, Kalmaktadır.
Kitle imha silâhlarını, en önce Batılı felâket mimarları üretmişlerdir. Bu silâhları, pek tabii “kontrolleri altında olacak” şekilde Saddam’a, bu Batılı felâket mimarları, satmışlardır. Satışlar karşılığı, Saddam’a ödedikleri “petrodolarları” bir güzel geri alıp, ceplerine, bu Batılı felâket mimarları indirmişlerdir. Saddam’ı, kitle imha silâhlarını, bilhassa İran’a karşı kullanması yönünde, bu Batılı felâket mimarları azdırmışlardır. Saddam bu silâhları, İran’a karşı, o arada Halepçe’de kullandığında, seslerini tabiatıyla hiç çıkartmayanlar, yine bu Batılı felâket mimarlarıdır. Kendileri, seslerini çıkartmadıkları yetmiyormuş gibi, seslerini çıkartacak olanların ağızlarını avuçlarıyla kapatanlar, yine bu Batılı felâket mimarlarıdır.
Böylesi bir namussuzluğu ve şerefsizliği şiddetle kınıyoruz...
ABD ve İngiliz birlikleri, Ortadoğu’da, ne “kitle imha silâhlarının”, ne de “demokrasinin” yerleştirilmesinin değil... Bal gibi, “petrolün” peşindediler... İşgalcidirler. Bir an önce İrak’ı ve bölgeyi terketmelidirler...
Milletimiz’in gözbebeği Türk Silâhlı Kuvvetleri’nin, İrak’a, söz konusu alçaklığa paravan olarak gönderilmek istenmesi, aynı ölçüde bir alçaklıktır...
Para, Demokrasiyi, Satın Almaktadır.
Söz konusu bağlamda ne yazık ki, en gelişmiş sayılan ülkelerden başlayarak, paranın demokrasiyi, satın almakta olduğunu, saptamamız gerekmektedir.
“Demokrasi”, bunun ise vazgeçilmez koşulu olan “özgür irade”, gerek dünyada gerekse de ülkemizde “ciddi bir tehdit” altına girmiş bulunmaktadır. Para ve güç odakları, ellerindeki devasa radyo, televizyon, basın, reklâm araçları gibi, her türlü “propaganda olanağı” ile... “Kimsesiz yığınları”, istedikleri gibi etkileyebilmekte... Bundan da öte, bizde de son genel seçim öncesi hep birlikte izleyegeldiğimiz şekliyle, etrafa trilyonlar saçmak suretiyle... Örneğin isim yapmış şarkıcıları kiralayıp, konserler düzenleyerek... Meydanlarda kazanlar dolusu yemekler vererek... İçeriksiz ve samimiyetsiz konuşmalarla halkı kandırmakta... Nihayette ise, sandığı, kendileri açısından komik sayılabilecek bedeller karşılığında, deyimin tam anlamıyla, satın alabilmektedirler...
Bu süreç, dünyanın hemen her yerinde, “mafiayı”, “çeteleri” dahi, iktidara taşıyabilecek raddelere varmış bulunmaktadır...
Durum malum, işte dediğimiz gibi gün günden daha fazla, ülkemizde de böyledir; kokuşmuşluk, yozlaşma, en ilerici olarak bilinen kalelere, kurumlara, yerel yönetimlerden başlayarak, bakanlıklara, hatta parlamentoya kadar tırmanıp, dokumuzu kemiriyor... Yiyip, tahrip ediyor, tüketegidiyor... Sosyal adaleti alt üst ediyor, yok ediyor... Sorunları iyice içinden çıkılamaz darboğazlarda kilitliyor... Sağlıklı kalkınma olanaklarını felce uğratıyor...
Bu “demokrasi” değil, “demokrasi” adı altında “dehşetli bir soysuzlaşma”, “yutturmaca” ve “modern bir sömürü” mekanizmasıdır. İçeride dışarıda, sözüm ona “demokrasi havvarisi” kesilenler; gerçekte, ellerindeki benzersiz propaganda araçları ile, yoksul kitleleleri şeytani yaklaşımlarla avuçlarının içine alabileceklerini düşünüp, kirli emellerine dönük olarak, imkânlarından hiç bir biçimde uzak düşmek istemeyenlerdir.
İster Batı’da anlı şanlı başkanları, bakanları, başbakanları görev başına getirmede olsun, ister ülkemizde böylesi gelişmeler yanı sıra, örtülü örtüsüz, holding patronlarının doğrudan siyasi iktidar arayışlarında ve hasbel kader ele geçirilmiş iktidar olanaklarını sürdürmede olsun, etkin olan bu mekanizmayı görmekteyiz ve şiddetle kınamaktayız. Yurdumuz ve dünya ilericileriyle birlikte, “demokrasi” adı altında oynanan söz konusu “orta oyununu”, demokrasiyi çalışması gereken doğrultuda omuzlayarak, muhakkak ortadan kaldırmalıyız.
Örgütlenme Özgürlüğünün Patron Babalanmasına Geçit Vermesine Şiddetle Karşı Çıkarız.
Sözünü ettiğimiz dram, yalnızca dünyadaki ve ülkemizdeki “sağ ve şer” mihraklarda kendini gösteriyor değildir; ne yazık ki, dünyanın belli yerlerinde olduğu gibi, ülkemizde de, ilerici olarak bilinen birçok kuruma, musallat olmuş bulunmaktadır.
Örgütlenme özgürlüğü, demokrasilerin elbette vazgeçilmez koşuludur. Ancak, nasıl ki girişim özgürlüğünün sömürü özgürlüğüne geçit vermesine şiddetle karşı çıkıyorsak, tamamem aynı doğrultuda, örgütlenme özgürlüğünün, hele demokratik kültüre öncülük etmesi beklenen kuruluşlarda, “mutlak bir patronluk babalanmasına” geçit vermesine de şiddetle karşı çıkarız.
Kimse kimseyi aldatmasın... Tıpkı sağ bir kokuşmuşlukta olduğu gibi... Bu kez ilericilik, hatta Atatürk posterleri paravanı arkasında... Yukarıdan aşağı çeşitli düzeylerde, boy boy menfaat kapışmalarının ve paylaşımlarının temel aracı olarak, siyasi partilerde yükseltilen patron ağalığına ve terorizmine... Sözde yerel ileri gelenlerin...
Pekalâ arkalarına alabilecekleri, has örgüt mensuplarına, samimi partililere rağmen, ses çıkartmadıkları bir yana... Belediye meclis üyelikleri, il meclis üyelikleri gibi zeminlerde, üst düzeydekilerle kıyaslandığı zaman cüce, ama kendi çaplarında yabana atılamayacak edinimlere tamah ediyor olarak, yozlaşmanın parçası olmaya boyun eğdikleri... Asıl olaraksa, kendi küçük, ne yazık ki kimi zaman da gayrı meşru hesaplarına, son toplamda memleketin geleceğini sattıkları, böylesi yapılanmaları şiddetle kınıyoruz... Bu sözde ilerici, güya demokratik yapılanmaların, muhakkak kırılması gerektiğini, haykırıyoruz...
İlçe kongreleri, çerçevesini işaret ettiğimiz doğrultuda olacak... İl kongreleri, öyle olacak... Kurultaylar, öyle olacak... Sonra da, ne proje, ne siyasa, ne kurul, ne katılım, ne danışma, ne karar... Patron ne derse, o olacak...
Seksen yıl önce, istese padişahın yerine geçebilecek olan, Gazi Mustafa Kemal ve onun silâh arkadaşları bile böyle bir davranış yolunu seçmemişler!.. Tam tersine alabildiğine özgür, Kahraman Bir Meclis’i, var etmişler... Cumhuriyeti kurmuşlar... Devrimleri yapmışlar...
Bu güzelim meşaleyi söndürüp karartacaksınız. En ilerici, ülkenin göz bebeği kuruluşlarda riyayı, terörle yayıp, betonlaştıracaksınız.
Ayıp!..
Bu böyle gitmez!..
Böyle giderse, işte her kademede, başka başka anaforların cenderisinde... Sonuçta ise, içtenliksiz olduğu bir yana, ürkek, vizyonsuz, erimsiz, derinliksiz, içeriksiz... Bu yetmezmiş gibi, boş, kof, özneci, şişinmeci, benci, banacı, siyasalarla... Böyle olunca da, tabii ister istemez, üye hukukunu habire hiçe sayan, ayaklar altına alan, kendin bilmez tasarruflarla... Şaibeler altında kala kala, barajların altına sıkışıp sıkışıp, yok olagidersiniz...
Bunlar daha önce de yaşanmadı mı!..
Ülkenin, bölgenin ve genelde insanlığın geleceğine dönük, Büyük Önder Atatürk’ten ve onun silâh arkadaşarından devraldığımız, erdem yoğun sorumluluklarımızı, her düzlemdeki boy boy yalakalar, sözde ilerici karmanyolacılar, ne uğruna heba ediyorlar, görüyor musunuz?..
Bu ne gaflet, bu ne delâlettir!..
Bizim Karakterimiz Bağımsızlık’tır!..
Bize dayatılan uğursuz yazgıyı hiç bir biçimde kabul etmiyoruz... Buna, baş eğmiyoruz... Demokratik olarak başkaldırıyoruz...
Görevlere... Taa bakanlık koltuklarına kadar tırmanmayı şaşılası biçimde beceren, yeteneksiz muhteris, patron kuklası, uydurukları değil... Tam tersine, kendi alanlarında olduğu kadar, siyasal süreçlerde de birikim sahibi emekçileri, en kişilikli, en layık olanları, getirmeliyiz.
Bu yönde somut olarak, ehliyet ve yükselme kısıtlarını belirlemeliyiz.
Tarihimizin işaret ettiği yörüngeye bir an önce, yeniden kiltilenmeliyiz.
Bunun için her kesimdeki, her yöredeki, tüm toplumcular, ilericiler, omuz omuza vermeliyiz.
Her türlü yolsuzluğa ve hukuksuzluğa, karşı çıkmalıyız... Bunların her birinin ayrı ayrı kökünü kurutmalıyız.
Başta CHP, bilhassa önderlik işlevindeki kurumlarımızı, takozlarından çözüp düzlüğe taşımalıyız.
Daha sonra, ülkemizi düzlüğe taşımalıyız.
Bölgemizden başlayarak, dünyaya, evvelce olduğu gibi, “örnek” olmalıyız.
Başaracağız...
Haydin el ele... Haydin göreve!..
Son Yorumlar