« “YEREL YÖNETİM”, YA DA “GENEL SEÇİM” SÜREÇLERİNE, DEĞİŞİK BİR YAKLAŞIM | Panik Yok » |
Seçim Sonuçları
Yazılar, Gazete Yazıları
Seçim Sonuçları |
|
SEÇİM SONUÇLARI: SİYASETTE “MOMENT” TEOREMİ |
...
· Anavatan Partisi, 1988’de (1983’de ve 1987’de yuvarlak üçte birlik oy oranı ile sahiplendiği üçte ikilik parlamento çoğunluğundan, gayet memnun kalıp) günün rüzgârıyla, bu kez yerel yönetimlere dönük olarak, Türkiye genelinde, üçte birlik bir oy oranı ile üçte ikilik çoğunluğu elde etmeye heves etmiş... Ancak oyları düşe düşeyazdığı için, yerel seçimleri öne çekebilmek üzere referanduma gitmişti. Referandumdan “Hayır” çıkınca, ANAP’ın oyları, izleyen süre içinde, yüzde yirmi dolayına kadar düşmekten kurtulamadı. Öyle olunca 1989’da Yerel Yönetimler’e, Seçimler’den, evet, yuvarlak üçte birlik oy oranıyla, ama birinci parti olarak çıkan, SHP, Türkiye genelinde üçte ikilik bir üstünlükle geliverdi. ANAP kendi oyunuyla kündeye gelmişti. Oyları, bundan sonra da hep düşegiden ANAP, bu gelişmeden yeterince ders almadığından mâdâ, aynı kumarı oynamaya devam ederken, uzakta olmayan günün birinde, işte AKP’nin Türkiye genelinde, yuvarlak üçte birlik oy oranıyla Parlamento’nun koltuk çoğunluğunu üçte ikilik oy oranıyla ele geçirirken, başkaları için kurduğu tuzakta boğulabileceğine sanırım hiç ihtimal vermedi. Aynı “oyun kurallarını” top ayaklarına gelir bekleyişiyle, benimsemiş görünenlerin “Seçmenin yarısı parlamento dışında kaldı”, diye ortalığı velveleye vermeleri hiç inandırıcı görünmüyor.
· Erken Seçim kararı öncesinde, “Seçim de seçim” diye, efelenenlerin, son dakikada gayet tutarsız biçimde maceradan çark etmek istemiş olsalar da, bugün etraflarına “Oh olsun” dedirtircesine, burunlarının ucunu görmekten aciz oldukları, orataya çıktı.
· Sayın Erbakan’ın çoluk çocuğu, bir parti kurup, onbeş ayda Parlamento’ya üçte iki çoğunlukla yerleşirlerken, o, Refah Partisi’nin seçmen kitlesi itibariyle, “varsıl müslümanlar” ile, varoşlardaki “yoksul müslümanlar” olarak, Saadet Partisi ve AKP olarak çatladığını göremedi. Nasıl ki, “devlette yuvalanmış müslümanların”, vakt-i zamanında Refah’a “Dini siyasete alet ediyorsunuz” diye, çatmaktalarken (parti yönetimi, dini siyasete alet ediyordu, etmiyordu, o başka, ama işte) gerçekte “devlet müslümanları” ile “halk müslümanlarının”, yarım yamalak dahi olsa, ne var ki son tahlilde sınıfsal bir ayrışmaya uğramakta olduğunu göremediler...
· Demokrasilerde, büyük servet, büyük kitleyi değil, küçük kitleyi memnun etmeye sıkışınca, yoksul ama büyük kitleye mağlup olmaktan kurtulamıyor.
· Ben buna “siyasetteki moment teoremi” diyorum. Bakın örneğin işte tahtaravellide, bayağı kilolu birini, onu, hareket noktasına yakın oturtmak suretiyle, zayıf yapılı olsanız da, rahatlıkla tartabilirsiniz (yani dengeyi sağlayabilirsiniz). Başka bir deyişle “Büyük ağırlık x tahtaravallinin kısa kolu = Küçük ağırlık x tahtaravallini uzun kolu” olursa, tahtaravalli dengededir. (Burada “x” işaretini “çarpı” diye okumamız gerekiyor, biliyorsunuz.) Büyük ağırlığı, tahtaravallinin hareket noktasına daha da yakın oturtursanız, onu, küçük cüssenizle havaya dahi kaldırabilirsiniz. Bunu siyasete uyguladığınız zaman şu çıkıyor: “ Büyük kitle x küçük servet”, eğer “Büyük servet x küçük kitle”den daha büyükse, o zaman yoksul büyük kitle, varsıl küçük kitleyi alt edebiliyor. AK Parti, Saadeti, esas olaraksa dahası, ANAP’la DYP’yi, işte böyle alt etti işte.
· Bu bakımdan, AK Parti’ye yönelmiş özlemleri, “sağ”, “muhafazkâr”, “orta sağ” olarak tasnif eden yorumları fevkalade sığ, hatta (lütfen kimse alınmasın, ama ne yazık ki işte öyle) ehliyet özürlü olarak görüyorum. Kimse unutmasa iyi olur; bugün AK parti’ye giden oylar arasında ağırlıklı olarak, yuvarlak on yıl kadar önce SHP’yi besleyen oylar bulunmaktadır. Dolayısıyla bu oylar buram buram “sol” kokmaktadır; düpedüz “başkaldırının” resmi değilse, nedir? (Onlara “sağ”, “muhafazkâr”, “orta sağ” oylar deneceğine, nasıl olup da AK Parti’ye kaçtıkları yansızlığı ile eğilmek, derinlemesine bir araştırmacı tavrın gereğidir.)
· O kadar böyledir ki, yerleşik partilerin hiç biri, 1999 Genel Seçimi itibariyle örneğin, Türkiye’nin genelinde, eşit ağırlıklı olarak yoktur. Başka bir deyişle, söz konusu çerçevede Türkiye’nin Doğusu’nda büyük oylar olan partiler Batısı’nda yoktur; Batısı’nda egemen partiler Doğusu’nda yoktur. On-onbeş yıl kadar önce oysa, SHP Türkiye’nin Doğusu ile Batısı’nı, Kuzeyi ile Güney Doğusu’nu sarmaştırma özelliğindedir. SHP ne yazık ki bu hayati misyonunu iyi idrak edememiş... Onun gereklerini (tüm olumlu gayretlere dönük derin bir saygı ile ifade ediyorum), yerine getirememiş... Sonralarda ise, özellikle bölünmelerle küçülmüş, 1992’de kurulan CHP izdüşümü, daha sonra da bu partiyle birleşme safhalarında da, ne yazık ki, böylesi bir misyonu eskideki gibi taşıyamamıştır. Öyle olunca bu misyon, ilk bakışta ne kadar yadırgatıcı görünürse görünsün, 1994’te Refah Partisi’ne geçmiştir. Ama işte bu cenahta da tavsamıştır. Bugün ise, kim ne derse desin, AK Parti’dedir.
· CHP kuşkusuz bir başarı sağlamıştır. Ama ağırlıklı olarak ona yönelmesini beklediğimiz özlemler, esas itibariyle AK Parti’nin çatısı altında toplanmış bulunmaktadır. Halka kusur biçmek gibi, demokrasiye hiç bir biçimde bağdaşmayacak tepkiler vermek yerine, bu sürecin efendi gibi tahlil edilmesi, çok daha yerinde olacaktır.
· Ayrıca ANAP’tan ve DYP’den, yani (yerleşik deyimle ifade edecek olursak), “liberal, orta sağdan” kaçan oyların önemli bir bölümünün CHP’ye yönelmiş olduğunu görmek için, mekanizmaları öyle uzun uzadıya didik didik etmek hiç gerekmiyor.
· CHP’ye bir miktar oy, tabii DSP’den de gitmiş olmaktadır, ama okuru şaşırtacağını öngördüm bir sapatama yapayım. Evvelce DSP’ye giden oyların önemli bir bölümü nereye gitti dersiniz: Genç Parti’ye!..
· Bu noktada, Türkiye’nin Genel Siyasi Anatomisi’ne dönük olarak evvelce yaptığım hatırlanacak olan, nisbeten kaba olmakla birlikte, kavrayışı bir hayli kolaylaştıran bir çözümlemeyi hatırlatmak isterim. Bu çerçevede Kentlere önden gelmiş olup, öyle ya da böyle kentlileşmiş olanlara, “yerleşikler” diyorum. Arkadan gelenlere, genelde “göçerler” diyorum. Bu deyimi Türkçemiz’in “geniş zamanında” olarak ifade ediyorum, çünkü özellikle Doğu’dan kentlere gelenler, malum, hemen “kentli” olmuyorlar; bunun için uzun bir süre çaba sarfediyorlar. Bir de “göçmenleri”, eski deyişle “muhacirleri” tanımlıyorum. Bunlar, kentlere Trakya’dan, Yunanistan’dan, Bulgaristan’dan, şimdilerde Balkanlar’ın öteki yörelerinden, biraz da Kafkaslar’dan gelenler. Bunları “göçerlerden” ayırıyorum. Bunun bir sebebi şu; buralardan Türkiye’ye özellikle, evvelce gelmiş olanlar, biraz da devlet politikaları itibariyle, iskân edildikleri, o arada sistemli olarak istihdam edildikleri için, kentlileşmeye, “Doğulu göçerlere” oranla, daha ileri evrelerden başlıyorlar. Kestirmeden ifade edecek olursak, ülkemizdeki siyasi anatomiyi, “yerleşikler”, “göçerler” ve “göçmenlerin” oluşturdukları “dinamikler” arasındaki çekişmeler, çelişkiler, buna da bağlı olarak ayrışmalar belirliyor. Böylesi bir ayrışma, işte izlendiği üzere (ulusal bütünlüğümüzü zedeleyecek ölçüde) birbirinden hayli farklı gelir gruplarını, dolayısıyla da hayli farklı “yaşam düzeylerini” işaret etmekte.
· Bugünkü tablo itibariyle, AK Parti çoğunlukla göçerleden oy almış durumda. CHP ise, ağırlıklı olarak yerleşiklerden... Liderinin, Rumelili olması, onun Babası’nın ise, Balkanlar’da, bilhassa Bosna’da (oraya yönelik sergilediği müstesna duyarlılık uzantısında) ağırlıklı olarak bir kahraman ilân edilmiş olmasından dolayı olmalı, Genç Parti (kampanya sürecinde, bilinen sebeplerden ötürü, çok kimsede olduğu gibi bende de uyandırdığı soğukluk saklı olarak belirtiyorum), bana göre belirgin olarak muhacir oylardan beslenmiş bulunuyor. Bu oylar ise, 1999 Genel Seçimi’nde DSP’ye giden oylardır.
· Bu çerçevede olarak bakılınca (belki henüz parti yöneticileri de pek farkında değiller, ama), Genç Parti’nin Türk siyasi yaşamından silineceğini iddia etmek gerçekçi görünmüyor.
· Son bir nokta olarak Sayın Ecevit’e dönük olarak şunu belirtmek isterim: Bilen biliyor (bu satırları bir akademisyen titizliğinde yazmaya özen göstersem de), ben CHP’liyim. Şu var ki, Sayın Ecevit’e dönük olarak, oldum olası, zaaf denecek derecede bir bağlılığım vardır. Bu açıdan, onun “hiyanete” uğradığına katılıyorum; etrafını hangi hesaplar ya da dürtülerle olursa olsun bir çırpıda boşaltanları, aralarında değer verdiğim birçok insan olsa da, yadırgıyor, hatta ayıplıyorum. Sayın Ecevit olmasa geldikleri yerlere gelemiyeceklerini kendileri de teslim ederler. Onlar, işte çoğunlukla önlerini göremediler. Onların zaaflarını ise Sayın Ecevit gördü; koalisyon ortaklarını olduğu gibi, onları da seçim macerasından vazgeçirmeye çalıştı. Buraya kadar tamam. Ama doğrusu, pek çok kimse gibi ben de, son dakikaya kadar, ondan ona ayakışacak bir strateg gibi davranmasını bekledim. Olmadı. Yine de sonuçları, kendine yakışır bir bilgelikle karşılıyor olmasından dolayı memnun oluyorum.
· Siyaset çözümlemecileri, CHP’yi orta sol olarak tasnif ettiklerine, ama dikkatinize getirdiğim değerlendirme itibariyle, esas AK Parti’ye kimsesiz yığınların başkaldırı oyları yöneldiğine göre, bu Meclis (şaşırmayın ve lütfen düşünün), tepeden tırnağa “sol bir meclis” olmaktadır; biraz daha ihtiyatlı söyleyeyim, “sol özlemlerin yoğunlaştığı bir meclis” olmaktadır. Bu açıdan ben iyimserim. Meclis’in ne kadar sol olduğunu öncelikle, pek tabii, AK Parti’nin icraati belirleyecektir. Sayın Ecevit’in dediği gibi, yürekten diliyorum, kendilerine yönelen ümidin değerini bilirler!
Son Yorumlar