« Nükleer - Sorular ve Cevaplar - Evrim Kepenek - Nisan 2011 | Nükleer Enerji - SODEV - Akdeniz Ü - 11 - 2 » |
Akkuyu Mevkii - 2008
Yazılar, Bilimsel ve Teknik Yazılar, Nükleer İçerikli YazılarNükleer Santral Mevkii Olarak
"Akkuyu" Üzerine Görüş[1]
Prof. Dr. Tolga Yarman, Nükleer Mühendis
T.C. Okan Üniversitesi
Başbakanlık Atom Enerjisi Komisyonu
Güvenlik Komitesi ve Danışma Kurulu Eski Üyesi
Eylül 2008
Silifke yakınındaki Akkuyu Mevkii; otuz yıl kadar önce, yıllar alan ve ulusça övünç duyabileceğimiz çalışmalarla; buraya bir nükleer santral kurulup kurulamayacağına dönük olarak; öncelikle, çeşitli ölçütler zemininde, birçok aday mevkii arasından Türkiye Elektrik Kurumu Nükleer Santraller Dairesi tarafından seçilmiş; sonra da Atom Enerjisi Kurumu tarafından, didik didik incelenmiş; en nihayette ise, ilk bir nükleer santralimizin (dikkat edilirse, kurulması zorunlu değil), "kurulabileceği" (bir) mevkii, olarak benimsenmişti.
...
Gerçekte, en önce, ülkemizin başlıca sanayii yük merkezlerine yakınlığı dolayısıyla, Trakya Karadeniz sahili üzerinde durulmuş; ancak bilhassa, Yunanistan'la yaşamakta olduğumuz sorunlar, keza Bulgaristan’ın bir Varşova Paktı Üyesi olması yüzünden, Trakya'dan (stratejik nedenle), vazgeçilmek zorunda kalınmıştı.
Türkiye'ye, muhakkak bir nükleer santral kurulması kararı siyaseten geliştirilmekteyse (ki şahsen bunun henüz hayli ham olduğunu düşünüyorum), o takdirde, Akkuyu mevkiinin, evvelki çalışmalar ve yakınsama uzantısında (jeoloji, meteoroloji, v.s. gibi konulara dönük güvenlik itibariyle) gözetilebileceği, bununla beraber sonradan ortaya çıkan gelişmeler itibariyle deprem açısından durumunun (Ecemiş Fay hattı itibariyle) yeniden ele alınması gerekliliği hususları saklı olarak, buranın yine de, bundan otuz yıl önce skoplarda olmayan, ancak gelişen yapısal özellikler çerçevesinde ortaya çıkan, üç önemli sebepten dolayı hiçbir bir biçimde muteber bir nükleer mevkii sayılamayacağını, dikkatlere sunmak isterim.
1. İlk bir sebep, Trakya'nın stratejik sebeple dışarlanmasının, en azından bugün için, behemehal kabul edilebilir bir yaklaşım oluşturmadığıdır. Onun için, bu konu muhakkak yeniden, ele alınmalıdır. Bir gerginlik sırasında, komşularımızın bir sabotaj çılgınlığına kapılabileceklerini göz ardı etmemek, gayet akılcı bir tavırdır. Şu var ki, nükleer santralin Akkuyu'da kurulması böylesi bir çılgınlık olasılığını azaltmaz. Aynı bir çerçevede ise, Trakya'da (ağızdan yel alsın) vuku bulabilecek öylesi bir çılgınlık, buna (muhayyilede) sebebiyet verecek komşularımızın intihar etmeleriyle eşanlamlıdır. Çernobil faciasının binlerce kilometre ötelere sarktığı, hatırlardadır. Böyle bir durumda, demek ki, birkaç yüz kilometre ötemizde olarak, komşularımızın (tekrar edelim, muhayyilede) sebebiyet verecekleri bir faciadan, bırakın etkilenmemelerini bir yana, kurtulmaları bile, mümkün değildir. Oysa, Akkuyu mevkii, komşularımıza, ciddi etkilenebilirlik menzillerinden hayli uzaktır. Bir de tabii, bu ne kadar böyleyse, Akkuyu mevkiinin, işte örneğin, Kıbrıs'ta konuçlandırılabilecek (mutasavver) Rum Füzeleri'ne yakın durduğu da, o nisbette doğrudur.
2. İkinci bir sebep, tekniktir. Nükleer santral, benzer her santral gibi, soğutulmak zorundadır. Akkuyu'ya kurulması düşünülen nükleer santral, saniyede yuvarlak 10 ton deniz suyuyla, soğutulmak durumundadır. Santralin deniz kenarına kurulmak istenmesinin baş sebebi, işte budur. Soğutma suyu ne kadar soğuk olursa, santralin "termodinamik verimi", yani, "üreteceği enerjiden, elektriğe dönüştürülebilecek enerjinin oranı", o nisbette yüksek olur. Kısacası, soğutma suyu ne kadar soğuk olursa, verim o kadar yüksek, bu su ne kadar sıcak olursa verim o kadar düşük olur. Şimdi, Akdeniz'in Karadeniz'e oranla bir hayli daha sıcak olduğu, bilinen bir gerçektir. O kadar ki, Akdeniz'le Karadeniz arasında, yaz kış, kabaca 10 derece kadar, bir farklılık bulunmaktadır. Bu ise, Akkuyu'ya kurulacak nükleer santralin verimini (mutlakta) “yüzde birkaç” kadar düşürür ki, bu da Akkuyu'da, hemen hemen, İstanbul'a bir ara elektrik kaynağı olmuş Silahtarağa santrali kadar bir santral bölümünün heba edilmesi anlamına gelir. Başka bir deyişle, 5 Milyar dolarlık bir santral tesisinde, yuvarlak, birkaç yüz milyon doların, daha başta, denize gömülmesi sonucunu beraberinde getirir.
3. Akkuyu'ya kurulacak bir nükleer santralin, çevreye (pek muhtemelen), herhangi bir zarar salmayacağı, söz konusu alandaki yılları bulan akademik birikimlerimle ifade edebileceğim bir kanaattir. Nedir ki, buraya bir nükleer santralin kurulmasının, özellikle turistik açıdan ne denli caydırıcı bir etken oluşturacağı, kesinlikle göz ardı edilemez. Otuz yıl önce böylesi bir kıstas nükleer santrallerde henüz hiç bir ürkütücü kaza meydana gelmemiş bulunduğu için, dikkatimizde hiç yer almıyordu. Neticede, sokaktaki insana, özellikle de, bir-iki haftasını sessiz sakin geçirmek üzere ülkemize gelecek turiste, Akkuyu'daki nükleer santralin çevresinin, ne kadar yırtınsanız da, güvenli olduğunu, kolaydan anlatamayabilirsiniz. O, son toplamda, "Bana ne, ben nükleersiz bir tatil geçirmek istiyorum" derse, alacak hiç bir önleminiz kalmaz. Böylesi bir açmazın, diğer bir yandan, düşmanlarımız, hatta turistik, komşu rakiplerimiz tarafından bir antipropaganda malzemesi yapılacağı da, düşünülmek gerekir. Öyleyse, söz konusu hususun muhakkak, bugüne kadar olduğundan daha farklı biçimde, o arada her halde, turistler nezdinde yapılacak bilimsel anketlerle değerlendirilmesi zorunludur. Bu konuda, onca uyarımıza karşın, hiçbir adımın atılmadığını esefle ifade ediyorum.
Ben Yunanistan’ın yerinde olsam ve Türkiye’yi turistik rakip olarak bitirmek istesem, O’na, Akkuyu’ya kurulmak koşuluyla, bir nükleer santral hediye ederdim… Nükleer santral 5 Milyar dolardır. Türkiye’nin yıllık turizm geliri ise yuvarlak 15 Milyar dolardır ki, bunun yaklaşık yarısı Akdeniz Bölgemiz turizm gelirlerinden gelmektedir.
Hadi içeride eşyanın elbette doğasında olan, ayrıca ticari örgütlenme açısından, sistem bu ise, saygı duyarım, “komisyon” manevralarını geçtik… Ama hangi dış mihraka, ne için, nasıl bir siyasi rüşvet verilmek isteniyor ki, ülkenin turizm can damarı böylesi pervasızca dinamitlenebiliyor!.. Anlamak mümkün değildir.
Türkiye (mizahî yaklaşımımız itibariyle) Yunanistan’ın hediyesi olarak, Akkuyu’ya, bugün bir nükleer santral kursa, demeye kalmadan, Bu Komşumuz, Türkiye’nin Akdeniz sahillerinin radyasyonla malûl olduğunu ileriye sürse, ağzımızla kuş tutsak, böylesi bir tezviri aklamaya, gücümüz yetmez. Kime bunun farkında değil midir, tanrıaşkına!..
Aynı biçimde, herhangi bir terör örgütü, Akkuyu’ya kurulacak bir nükleer santrale, diyelim ki, şu zamanda, ağızdan yel alsın, sabotaj düzenleyeceğini ilân etse, ağzımızla yine kuş tutsak, o arada Akkuyu’daki santralimizin etrafında sinek dahi, uçurtmayacağımızı iddia etsek ve bunu ahlak başarsak, turistlerimizin Akdeniz Bölgemiz’e, hatta giderek ülkemize gelmekten caymalarının, önüne geçemeyebiliriz. Bu denklemleri Hükumet gormez mi?.. Hayret!..
Oysa kaygımız o kadar geçerlidir ki, 1999’da Kocaeli Depremi olduğu zaman, Kocaeli ve Antalya arasında bin kilometre kadar bir mesafe olduğu halde, Antalya’ya gelmesi beklenen turistler, rezervasyonlarını, deprem korkusu dolayısıyla, iptal edivermişlerdir.
Aynı biçimde, Antalya’da Sheraton Oteli’nin Taksi Durağı’nda, yanındaki taksiye bile zarar vermeyen bir Molotof Kokteyli patlatılınca, Antalya’ya gelmesi beklenen turistler, rezervasyonlarını, yine, iptal edivermişlerdir.
Bu çerçevede, şu hususu hatırlatmada yarar vardır… Kanunî Sultan Süleyman zamanında, Taksim Meydanı’na, bir hamam kurma ruhsatı varilmiş olsa ve bugün öyle bir ruhsatla, Taksim’de Cumhuriyet Abidesi’nin yerine, hamam kurmaya tevessül edilse, bu, ne kadar abes olur ise, bugün, Akkuyu’ya, ayrıca milletçe övünç duyacağımız gayretlerle nükleer santral kurulması yönünde, otuz küsur yıl önce lisans verilmiş olması uzantısında, oraya şimdi, nükleer santral kurmaya yeltenmenin, gayet doğal ve hukuka uygun olduğunu iddia etmek, işte o kadar abestir.
*
İşte bütün bu sebeplerden dolayı, Türkiye'ye bir nükleer santral kurulması kararı muhakkak verilmekte ise, Akkuyu yer seçiminin behemehal yeniden değerlendirilmesi gereği vardır.
Şu hususları da anlamakta zorlanıyorum:
o Her şey özelleştirilirken, neden devlet, alım garantisiydi, sökümdü, nükleer atıkların (ayrıca nasıl olacaksa), elden çıkartılmasıydı, şunca nükleer cefanın altına, o da paldır küldür çıkartılan ve bal gibi tercüme olduğu belli bir yasa metniyle girmeyi taahhüt etmektedir ki!.. Kime, ne için, böylesi bir siyasi rüşvet verilmektedir? Ayrıca, biz şimdi bu konuya niye çene yoruyoruz ki!.. Özel kuruluşlar, artık hangileriyser, gitsinler, nereye santral kuracaklarsa, civardaki sakinleri ikna etsinler, santrali kursunlar, elektriği ucuza satabiliyorlarsa, satsınlar, işletme yükümlülüğünü, kaza ceremesini çeksinler, günü gelince santrali söksünler, nükleer atıkları hangi nükleer kabristana defnedeceklerse, halkın rızasını sağlasınlar, defnetsinler… Bize ne o zaman, değil mi!.. Ama yok öyle olmuyor, işte… Her şey özelleştirilirken, nükleere alım garantisi, söküm garantisi, nükleer atıklara cenaze töreni garantisi, elinin körü… Ne oluyoruz, diye sormazlar mı?
o Türkiye Atom Enerjisi Kurumu’nun (TAEK) başına, hangi evsafta bir tayin yapılacağı yasayla belirlenmiştir. Yasa, başa, “konunun uzmanı tayin edilir”, demektedir. “Konunun uzmanı” demek ise, herkes kendi dürüst birikimiyle elbette saygıdeğer olmakla beraber, özne eğer “turşucu” ise, “kendi turşu konusunun uzmanı” olup, TAEK’in başına getirilebilir, demek değildir. Bugün TAEK’in başında, atom enerjisini nereden öğrendiği belli olmayan, atom enerjisi yönetimini nereden öğrendiği hiç belli olmayan, TAEK’in herhangi bir basamağında ne zaman çalıştığı, hatta kaç dakika çalıştığı bile belli olmayan, bir resim bulunmaktadır. Bu gelişme yasaya taban tabana aykırıdır. Ama bu resim, artık nereden oluşmuşsa, gücünü kimden alıyorsa, mahkeme kararlarını dinlemeyip, besbelli yerini sağlamlaştırabilmek üzere, görevden uzaklaştırdıklarının, yargı tarafından göreve iadesini anayasal suç işlemek pahasına, savsakladığı bir tarafa, kurumun en emektar, en birikimli, en bıçkın değerlerini, kızağa çekmeye yeltenmektedir. Ne ilginçtir ki, kimi belediyelerin bando mızıka takımlarının başına, mezarlıklar müdürlüklerinden, din görevlilerinin tayin edildiği bir evreye rast gelmektedir, Atom Enerjisi’nin başındaki, ehliyet özrü.
Savcılarımız Ergenekon’la ilgilensinler ilgilenmeye, ama, devlet içinde göz göre göre böylesi bir çeteleşmeye ne zaman el atacaklardır, doğrusu, merakla beklemekteyizdir. İhbar gerekiyorsa, madem öyle, ihbar edelim. Nükleer sevdalısı Türkiye’nin Atom Enerjisi’nin başında (sağlık memuru, dostlar beni bağışlasınlar), sünnetçi çakısıyla nükleer cerrahiye soyunmuş, bir acz vardır.
o Bu o kadar böyledir ki, kurum, kuruluş yasasına aykırı olarak Enerji Bakanlığı’na bağlanmıştır. Dünya’nın hiç bir yerinde Atom Enerjisi Kurumu, nükleer santral kurucu kuruluşun maiyetinde değildir. Gelişme, ayrıca dediğim gibi, yasanın açık bir ihlâli hükmündedir.
o Bundan önceki nükleer ihale sırasında Jandarma Fezlekesi’nin patlamasından bu yana çok zaman geçmedi… Tutuklananlardan mâdâ,, günün enerji bakanından başlayarak çok görevli hüküm giydi. Herkes bilmelidir ki, burası Türkiye’dir, bir muz cumhuriyeti hiç değildir. Cumhuriyet Savcıları; “Ergenekon”, içeride dönen kıyamet kadar ehliyet özürlerini de geçtik, namus özrünü nasıl olsa örtüyor dendiği bir sırada, döner, devletin güzide kuruluşlarında şehvet şapırtılarıyla çeteleşme arabeskine savrulmuş olanların, yakalarına, yapışıverir. Allah sonlarını hayretsin.
[1] Bu yazının gövdesi,1997’de kaleme alınmıştır; “güncel”, gövdeye eklenmiştir.
Son Yorumlar